SAVUNMA HAKKI- Doç. Dr. Cengiz APAYDIN Cumhuriyet Savcısı

Savunma hakkı, 1982 Anayasası’nın 36. maddesinde “temel haklar ve ödevler” başlığını taşıyan ikinci kısmın “kişinin hakları ve ödevleri” başlıklı ikinci bölümünde “hak arama hürriyeti” başlığı altında temel bir hak olarak düzenlenmiştir. Bir hakkın temel hak sayılması, o hakkın saygınlığını ve güvencesini artırmaktadır. Temel haklara dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez (Ay m. 12/1). Bu hükme göre, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”. Anayasa’da, bu hakkın yargı mercileri önünde kullanılabileceği belirtilmiştir; ancak, uyuşmazlığın henüz yargı mercilerinin önüne gelmediği soruşturma aşamasında da, savunma hakkına ihtiyaç vardır. Soruşturmada, koruma tedbirlerine ilişkin işlemler esnasında veya Cumhuriyet savcılığı tarafından ifade alındığı sırada da şüphelinin savunma hakkı bulunmaktadır[1].

Sanığın ceza muhakemesinde kendi kendini savunma konusunda çeşitli olanak ve haklara sahip bulunması, bunların gerektiği biçimde kullanılması için yeterli olmamaktadır. Çünkü sanıkların çoğu, hukuki konularda hiç bir deneyimi ve bilgisi olmayan kişilerdir. Bu yüzden, genellikle haklarını nasıl kullanacaklarını, kendilerini nasıl savunacaklarını bilemezler. Sanığın içinde bulunduğu ruhsal durum, onun, soruşturmaların sonucunu doğru değerlendirmesini, amaca uygun dilekçeler vermesini ve çoğu kez susmanın mı, yoksa konuşmanın mı lehine olacağı konusunda doğru karar vermesini engelleyecektir. Ayrıca, sorunlara kural olarak ihtiyatla yaklaşacak olan müdafinin savunması da, duygusal hareket eden sanıktan çoğu kez, daha inandırıcı etki yapacaktır. Bu nedenle, ceza muhakemesinde sanığın, kendi savunma yeteneğine güvenmek yerine, bir müdafiye başvurması daha yararlıdır[2].

Ceza muhakemesi çerçevesinde bir suçlamayla karşılaşan şüpheli ya da sanık açısından en önemli haklardan biri de suçlamadan kurtulmasını sağlayabilecek olan bir savunma hakkına sahip olabilmektir[3]. Savunma, suçlamaya karşı şüphelinin veya sanığın yararına olarak, hukukî ve fiilî açıdan korumayı amaçlayan bir faaliyettir. Bu hak Anayasa’da, kabul ettiğimiz sözleşmelerde ve kanunlarımızda yer almıştır. Şüpheli veya sanık, hakkındaki suçlamalara ilişkin savunmayı kendisi yapabileceği gibi bir müdafi aracılığıyla da yapabilir. Suç işlediği iddia edilen sanığın duruşmaya katılma, suçlamayla ilgili olarak kendisini bizzat veya müdafisi vasıtasıyla savunma, tanık veya tanıklara soru sorma, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik lehinde olan delil veya delilleri araştırılmasını isteme hakkı bir bütün olarak savunma hakkı kapsamında değerlendirilmelidir.

Ceza muhakemesinde Cumhuriyet savcılığı ve mahkemenin, soruşturmayı çok yönlü, yani sanığın lehine de olabilecek biçimde yürütmekle görevli bulunmaları, sanığın haklarının üçüncü bir kişi tarafından savunulmasını gereksiz kılmayacaktır: Savcılık, sanığın lehinde ve aleyhindeki tüm delilleri toplamakla mahkeme ise sosyal devlet ilkesi gereğince sanığı gözetmekle yükümlüdürler. Ancak, bunların bir müdafinin savunmasının yerine geçebileceği ve ayrıca artık bir müdafinin faaliyetine gerek bulunmadığı düşünülmemelidir. Çünkü mahkeme ile Cumhuriyet savcılığının ceza muhakemesindeki rollerini, müdafi rolüyle bağdaştırmak kolay değildir. Savcı, soruşturma göreviyle koşullanmış olduğundan, sanığın lehine durumları kolayca gözden kaçırabileceği gibi, objektif olma çabasındaki hâkim de, gerçeği aydınlatma görevini fazlaca abartarak, sanığın haklarını farkında olmaksızın kısıtlayabilir. Oysa müdafi, faaliyetini, muhakemenin meşruiyetini gözetme ve gerektiğinde tek yanlı da olsa sanığın haklarına işlerlik kazandırma üzerinde yoğunlaştıracaktır. Bu nedenle, İHAS’nin 6/3-c. maddesi ve fıkrasında güvence altına alındığı gibi muhakemenin her aşamasında bir müdafinin yardımından yararlanma hakkı sanığa tanınmıştır[4].

Adil yargılamanın zımni gerekleri “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek saptanmıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı“dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir[5].

Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafi yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme imkânından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir[6].

Şüpheli veya sanığın en önemli hakkı savunma hakkıdır. Şüpheli veya sanığın bu çerçevede; müdafiden yararlanma hakkı (CMK 147/1-c; 148/4), susma hakkı (CMK 147/1-e), kendi kendini suçlamaya ve kendi aleyhine aktif olarak muhakemeye katılmaya zorlanamama, soru sorma hakkı, tercümandan yararlanma hakkı, delil toplama ve ibraz etme hakkı (CMK 177 vd.), delillerin toplanmasını isteme hakkı (CMK 147/1-f) ve duruşmada hazır bulunma hakkı bulunmaktadır. Davaya konu olayın yargılaması yapılırken sanığın ve şüphelinin savunma hakkı kısıtlanmamalıdır[7]. Sanığın, adil, dürüst ya da hakkaniyete uygun yargılanma hakkı vardır[8].

Savunma hakkı soruşturmanın ve yargılamanın her aşamasında kullandırılmalıdır. Karar bozulduktan sonra eğer bozma sonrası verilecek ceza önceki cezadan fazla ise kesinlikle bozmaya karşı beyanlarının tespitine yönelik tebligat çıkarılması sonucu tebligat ile yetinilmesi savunma hakkının kısıtlanması niteliğindedir. Sanığın duruşmada hazır edilerek savunma ve delillerinin sorulması gerekir. Nitekim Bölge Adliye Mahkemesi’nin aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesinin “Sanık, müdafii, katılan ve vekilinin dosyada var olan adreslerine de davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları saptanmamış olsa da duruşmaya devam edilerek dava yokluklarında bitirilebilir” hükmü uyarınca dosyada var olan adresine davetiye tebliğ edilemeyen sanığın yokluğunda yargılamaya devam edilmesi mümkün ise de, aynı maddenin aynı fıkrasının 2. cümlesinin “Ancak, sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise, her hâlde dinlenmesi gerekir” hükmü göz önüne alındığında, ilk derece mahkemesinin sanık hakkındaki beraat kararının Dairemizin 20.01.2023 tarih ve 2022/1387 esas, 2023/186 karar sayılı ilamı ile bozulması üzerine yapılan yargılamada sanığın savunması alınmadan mahkûmiyetine karar verilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, bozmayı gerektirmektedir”[9].

Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, talebi hâlinde baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. Şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa talebi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada şüpheli veya sanığın talebi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. Şüpheli veya sanık vekâletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafisi ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz. Müdafi ile görüşmesinden önce ve görüşmesi sırasında, talebi hâlinde yakalanan kişiye kalem ve kâğıt verilir. Soruşturmayı geciktirmemek kaydıyla ve yakalanan kişi isterse, vekâletname aranmaksızın en çok üç müdafi ifadede hazır bulunabilir. Her kolluk biriminde görüşme için uygun şartları haiz görüşme odası ayrılır. Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir. Kollukta bulunan soruşturma dosyası için yetkili Cumhuriyet savcısının yazılı emri gerekir. Müdafinin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının talebi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir. Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz. Müdafi, Cumhuriyet başsavcılığınca iddianamenin mahkemeye verildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir. Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir[10].

Adil yargılanmanın bir gereği olarak silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi doğrultusunda, kollukta, Cumhuriyet savcılığında, sorguda, ilk derece ve istinaf mahkemelerinde, şüpheli/sanık veya müdafilerinin savunma haklarını kullanmaları ile delillerini ileri sürebilmeleri için yeterli süre ve kolaylık sağlanarak, bu hakkın sağlıklı ve usulüne uygun bir şekilde kullandırılmış olması şarttır. Çünkü savunma hakkı kutsaldır. Savunma hakkının kullandırılmaması veya kısıtlanması açık bir hukuka aykırılık oluşturmaktadır[11].

Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir. Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından yürütülen kovuşturmalarda, duruşmada en çok üç avukat hazır bulunabilir (CMK 149).

Yargıtay’ın öngörülen ceza miktarı nedeniyle yasal müdafi bulundurma zorunluluğuna ilişkin bir kararında şöyle denilmektedir: “5271 sayılı CMK’nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafii de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafii görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafinin refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkânları itibariyle (AİHM Gregaceviç/Hırvatistan) çelişmeli yargılamanın gereği olan “silahların eşitliği” ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM Salduz/Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafii görevlendirilmeden yargılama yapılıp savunması tespit edilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmektedir[12].

Savunma hakkının Anayasada düzenlenen temel hak niteliğine uygun olarak, sanığa savunma hakkının verilmemesi veya sanığın savunma hakkının kısıtlanması halinde hüküm daima hukuka aykırı sayılır. Ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkı savunma hakkıdır ve yargılamanın her aşamasında söz konusudur. Bu haktaki sınırlamalar Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin, laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz[13].

Avukat yardımından yararlanma ve delillere erişim hakkı, AİHS çerçevesinde, sanığın savunma hakkının, dolayısıyla adil yargılanma hakkının yerine getirilmesine ilişkindir. Mahkemenin görevi, bir ihtilafın tüm taraflarının AİHS’de kendilerine tanınan “adil yargılanma” hakkından faydalanmasını sağlamaktır. Taraflar, açık ve kesin biçimde kendi istemleri ile mahkeme önündeki haklarından bir bölümünü uygulamama kararlığı içine girmedikleri sürece, savunma hakları kısıtlanamaz. Anayasamızın 36. maddesi ile güvence altına alınan savunma hakkını, şüpheli veya sanık, bizzat kullanabileceği gibi müdafi aracılığıyla da kullanabilir. Ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkının asgari koşullarını düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde; sanığın, kendisini bizzat savunma hakkının yanında, müdafi tayin etme yetkisi ile belirli şartlarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının da bulunduğu belirtilmiştir. Ancak ücretsiz müdafiden yararlanma hakkı da sınırsız, mutlak bir hak değildir. Bu yardım, ancak sanık mali imkânlardan yoksun ise ve adaletin selameti gerektiriyor ise verilir[14].

Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur: a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür. b) Kendisine yüklenen suç anlatılır. c) Müdafii seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafii seçecek durumda olmadığı ve bir müdafii yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. d) Yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhâl bildirilir. e) Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir. f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır. g) İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.

Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir. Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ile hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez.

Sanığın talebi olsun ya da olmasın CMK’nın 150/3. maddesinde düzenlenen “beş yıllık sınırının” belirlenmesinde ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hal uygulanması sebebiyle üst sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafi atanması gerekir[15].

Tutuklamaya sevk edilen şüphelinin sorgusu müdafisi huzurunda yapılır. Savunma hakkının verilmemesi veya sanığın savunma hakkının kısıtlanması halinde hüküm daima hukuka aykırı sayılır[16]. Mutlak bir bozma nedeni oluşturmaktadır.

 Savunma hakkı kutsal olup adil yargılama ilkesi ışığında silahların eşitliği gereğince şüpheli veya sanığın kendisini ifade etmesi ve delillerini sunabilmesi için hukuki ve fiili imkânların tanınması şarttır. Şüpheli veya sanık suçsuz olduğunu değil, iddia makamı şüpheli veya sanığın suçluluğunu bilimsel ve teknik delillerle ispatlamalıdır. Hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş deliller dışındaki hiçbir iddia dosyada bulunmamalıdır. Delillerin akla, mantığa ve hayatın olağan akışına uygun olması gerekir. Kurgu üzerinden soruşturma veya yargılama yapılamaz.

Doç. Dr. Cengiz APAYDIN
Cumhuriyet Savcısı

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

CEZA HUKUKU BİLİNCİ PLATFORMU

GENÇLİK CEZA PLATFORMU

cezahukukubilinci.org


[1]    Centel, Nur/Zafer, Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, İstanbul, 2016, 161. Savunma alınmadan hüküm kurulması hukuka aykırılık oluşturmaktadır. Nitekim Bölge Adliye Mahkemesi’nin aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” Hakaret suçundan sanık hakkında yapılan yargılama sırasında, yargılama konusu suçun basit yargılama usulü kapsamında olduğu gerekçesiyle CMK’nın 251. maddesi uyarınca verilen hükme karşı itiraz edilmesi halinde hükmü veren mahkemece duruşma açılacağı ve genel hükümlere göre yargılamaya devam olunacağı düzenlenmiş olduğundan sanığın savunmasının alınması için çıkarılan tebligata rağmen sanığın gelmemesi üzerine savunmasının tespitine yönelik yeni bir işlem tesis edilmeksizin yokluğunda yargılamaya devam edilerek mahkûmiyet hükmü kurulmuştur. Bu itibarla, CMK’nın 193/1. maddesinde yazılı olup, savunma hakkı yanında yargılama yönteminin temel ilkelerinden olan “doğrudan doğruyalık, vasıtasızlık ve yüzyüzelik” ilkelerinin gerçekleştirilmesi amaçlarına da yönelik bulunan; “hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılamaz” hükmüne uyulmayarak, savunma alınmadan mahkûmiyet hükmü kurulması suretiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlâli sonucuna da sebebiyet verildiği, böylece Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan savunma hakkının ihlâli suretiyle CMK’nın 289/1-e maddesine aykırı olarak hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir”. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi’nin26. 02. 2025 tarihli, 2024/580 esas ve 2025/877 sayılı kararı.

[2]      Eser, Albin, “Alman ve Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda Sanığın Hukuki Durumu”, (çev: Centel, Nur), Yargıtay Dergisi, C: 16, S:3 (Temmuz 1990), 328-329.

[3]      Özbek, Veli, Özer/Kanbur, Mehmet, Nihat/Doğan, Koray/ Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı,  Ankara:, 2011,  71.

[4]      Eser, 329.

[5]      Anayasa Mahkemesi B. No: 2013/4784, 7.3.2014, § 32.

[6]      Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B. No: 8398/78, 25.4.1983.

[7]      Ünver, Yener//Hakeri, Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku, 14. Baskı, Ankara, 2018, 203.

[8]      Centel/Zafer, 13. Baskı, 155.

[9]    Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Ceza Dairesi’nin24. 03. 2025 tarihli, 2025/ 730 esas ve 2025/585 sayılı kararı.

[10]    Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin 22-24. maddeleri.

[11]  Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” Sanık hakkında kurulan hükümde, sanığın kararın verildiği son celse duruşmada hazır edilmediği ve bu esnada başka bir suçtan 14.08.2014 tarihinden itibaren Antalya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olduğu anlaşıldığından sanığın duruşmalardan bağışık tutulması yönünde bir talebinin bulunmaması ve 5271 sayılı Kanun’un 195. maddesindeki koşullar da bulunmadığından son celse duruşmada hazır edilip esas hakkında mütalaaya karşı diyeceklerinin ve son sözünün sorulmaması, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 15.11.2018 tarihli ve 2018/17-339 Esas, 2018/536 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, hüküm tarihinde Antalya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka suçtan hükümlü olarak bulunan ve duruşmalardan bağışık tutulma talebi de bulunmayan sanığın bizzat veya Sesli ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmada hazır edilmeksizin hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması suretiyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15.06.1992, §§ 49-50; Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13.05.1980 § 33; Sejdovic/İtalya, B. No: 56581/00, 01.03.2006 § 81 kararlarında belirtildiği üzere savunma hakkı kısıtlanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesine ve 5271 sayılı Kanun’un 196. maddesine aykırı davranılması nedeniyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının yerinde olduğu sonucuna varılmıştır. 1. Gerekçe bölümünde belirtilen nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazın kabulüne, 2. 5271 sayılı Kanun’un 308. maddesinin ikinci fıkrası gereği Yargıtay 1. Ceza Dairesinin, 15.10.2019 tarihli ve 2019/1871 esas, 2019/4374 karar sayılı ilâmının, sanık Ş…hakkında mağdur R..’a yönelik kasten öldürmeye teşebbüse yardım suçundan kurulan hükmün onanmasına ilişkin kısmının kaldırılmasına, 3. Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle Antalya 4. Ağır Ceza Mahkemesinin, 31.12.2014 tarihli ve 2014/175 esas, 2014/425 karar sayılı kararına yönelik sanık Ş..müdafinin temyiz isteği yerinde görüldüğünden hükmün, 1412 sayılı Kanun’un 321. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle bozulmasına, dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine 18.02.2025 tarihinde karar verildi”.

[12]    Yargıtay 16. C.D’nin, 05. 07. 2019 tarihli, 2018/1498 esas ve 2018/2303 sayılı kararı. (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır).

[13]    Centel/Zafer, 13. Baskı, 161.

[14]    Yargıtay 16. C.D’nin, 05. 07. 2019 tarihli, 2018/1498 esas ve 2018/2303 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır).

[15]    Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “5271 sayılı CMK’nın zorunlu müdafiilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek şekilde zorunlu müdafiilik sisteminin uygulama alanını genişletmesi, suç isnadı altında olan bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzunluğu olması olup bu alt ve üst sınırın uzunluğunun ister cezanın temel şeklinden kaynaklansın isterse suçun nitelikli hali veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK’nın 150/3 maddesinde düzenlenen “beş yıllık sınırının” belirlenmesinde ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hal uygulanması sebebiyle üst sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafii atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanıkların “savunma haklarının kısıtlanması ve bunun sonucunda adil yargılanma” hakkından mahrum edeceği, bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır. Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarının 3713 sayılı TMK’nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olması, aynı yasanın 5. maddesi kapsamında mutlak terör suçlarında her halükarda 3713 sayılı TMK’nın 5. maddesinin herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanmasının zorunlu olduğu, bu kapsamda “silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarında cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu” nazara alındığında, sanık hakkında, “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK’nın 150/3. maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır. Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafii bulunmadığı gibi CMK’nın 156. maddesi gereğince de re’sen bir müdafi görevlendirilmediği, sanığa isnat edilen “silahlı terör örgütü üyeliği” suçunun niteliği dikkate alındığında, CMK’nın 150. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca hakkında müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğunun anlaşılması karşısında, Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesine aykırı olacak ve savunma hakkının kısıtlanmasını doğuracak biçimde kovuşturmada müdafi hazır bulundurulmaksızın mahkûmiyet hükmü kurulmak suretiyle CMK 150/3, 188/1, 197/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edilmesi; Bölge Adliye Mahkemesi gerekçeli kararının 5070 sayılı elektronik imza Kanunun 5. ve 22. maddeleri gereğince güvenli elektronik imza ile imzalandığı belirtildiği halde 97999 sicil numaralı üye hâkim tarafından imzalanmaması, kanuna aykırı olup, sanık müdafii, sanık ve eşinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu nedenlerle bozulmasına, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, atılı suç için kanun maddelerinde öngörülen ceza miktarı ve bozma nedeni gözetilerek tutukluluk halinin devamına, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanun’un 304. maddesi uyarınca dosyanın Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 26.12.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi “. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, 26.12. 2019 tarihli, 2019/9276 esas ve 2019/8380 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[16]    Centel/Zafer, 152.