CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NDA ZORUNLU MÜDAFİLİK VE MÜDAFİ ÜCRETİ- Doç. Dr. Cengiz APAYDIN Cumhuriyet Savcısı
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NDA ZORUNLU MÜDAFİLİK VE MÜDAFİ ÜCRETİ
5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. 5271 sayılı CMK’ya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (CMK’nın 150/2. maddesi), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (CMK’nın 150/3. maddesi), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (CMK’nın 74/2 maddesi), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (CMK’nın 101/3. maddesi), davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (CMK’nın 204/1. maddesinde) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (CMK’nın 247/4. maddesinde) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır[1]. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “ CMK’nın 188/1. maddesinde; “Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafinin hazır bulanması şarttır.” şeklinde duruşmada hazır bulunması gerekenler gösterilirken “zorunlu müdafiyi” mahkeme heyetinden saymıştır. CMK’nın 289. maddesinin 1-a-e bentlerinde, kanuna kesin aykırılık halleri içinde, “mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması ile Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken kişilerin yokluğunda duruşma yapılması” gösterilmiştir. Temyiz denetiminde bu madde kapsamındaki hukuka aykırılıklar temyiz kapsamında gösterilmiş olmasa da resen incelenecektir (CMK 289/1). Bu açıklamalar doğrultusunda, somut olayda; silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılanan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafi bulunmadığı gibi CMK’nın 156. maddesi gereğince re’sen müdafi görevlendirilmeyerek bulunduğu hal nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkânları itibariyle çelişmeli yargılamanın gereği olan “silahların eşitliği” ilkesinin ve Anayasa’nın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılama hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde, adaletin selameti açısından gerekli olan müdafinin hukuki yardımından yararlandırılmadan yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek ve hüküm kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması yukarıda izah edilen mevzuat ile CMK’nın 188/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edilmesi, kanuna aykırılık oluşturmaktadır[2].
Önemle belirtelim ki, soruşturma ve kovuşturma evresinde tutuklama talep edilmesi halinde müdafiinin bulunması bir zorunluluktur[3]. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir[4]. Ancak kanunda zorunlu müdafiliğin öngörüldüğü şu suçlarda müdafi olmaksızın hüküm kurulması savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “Somut olayda silahlı terör örgütü üyeliği suçundan CMK 101/3. maddesi gereğince tutuklamaya sevk edilip ve tutuklu olarak yargılanan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafii bulunmadığı gibi CMK 156 maddesi gereğince re’sen müdafii görevlendirilmeyerek bulunduğu hal nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkânları itibariyle çelişmeli yargılamanın gereği olan “silahların eşitliği” ilkesinin ve Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılama hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde, adaletin selameti açısından gerekli olan müdafiinin hukuki yardımından yararlandırılmadan, yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek ve hüküm kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması yukarıda izah edilen mevzuat ile CMK 101/3, 188/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edilmesi kanuna aykırılık oluşturmaktadır”[5].
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun savunma hakkına ilişkin bir kararında şöyle denilmektedir; “Beyanları hükme esas alınan tanıkların kendi haklarında yürütülen soruşturmalarda müdafileri huzurunda alınan ifadelerinde kendi iradeleriyle beyanda bulunmuş olmaları, aşamalarda herhangi bir kimse tarafından kendilerine kanuna aykırı vaatte bulunduğuna ya da bu yönde zorlandıklarına dair delile dayanan somut iddialarının bulunmaması, kovuşturma aşamasındaki oturumlarda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere, kendilerine tanıklığa ilişkin kanuni haklarının hatırlatılması, her birinin tanıklık yapacaklarını ve yemin de edeceklerini söyleyerek sanık müdafisinin de hazır bulunduğu ortamda beyanda bulunmuş olmaları, söz konusu tanıkların sanığa atılı suça ilişkin beyanda bulunmaları ve bu suça müşterek fail sıfatıyla iştirak etmemeleri nedeniyle tanıklıktan ve yeminden çekinme haklarının bulunmaması, bununla birlikte, sanık müdafisinin de hazır bulunduğu ortamda beyanda bulunan tanıklara karşı sanık müdafisine tanıklara soru sorma ve bu beyanlara karşı sanık ve müdafisine savunma yapma haklarının etkin şekilde tanınmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; tanıkların dinlenilme usulleri ve bu beyanların değerlendirilerek hükme esas alınması açısından mahkeme hükmünün hukuka aykırı delile dayanmadığı anlaşılmaktadır”[6].
Şüpheli veya sanıklar arasında menfaat çatışması olduğunda her şüpheli veya sanığa ayrı ayrı müdafi tayin edilmelidir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 20.10.2009 tarihli ve 2009/1-85 Esas, 2009/242 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere; iştirak hâlinde işlenen eylemin failleri olarak yargılanan sanıkların aşamalardaki savunmaları da dikkate alındığında, birinin savunulmasının diğer sanık(lar) yönünden savunmada zaafiyet yarattığı, bu itibarla sanıklar arasında hukuksal menfaat uyuşmazlığı bulunduğu saptanmıştır. Buna göre, sanıklar İhsan ve Muhammed’in savunmalarının ayrı müdafiler yerine aynı müdafi tarafından yapılması suretiyle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun, İşin reddi zorunluluğu başlıklı 38 /1-b bendinde belirtilen; “Aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa,” şeklindeki düzenlemeye ve 5271 sayılı Kanun’un 152/1. maddesinde yer verilen; “Yararları birbirine uygun olan birden fazla şüpheli veya sanığın savunması aynı müdafie verilebilir.” hükmüne aykırı davranıldığı belirlenmiştir[7].
Sanık eğer duruşmadan vareste tutulmayı talep etmemiş sanığın savunması alınmaksızın hüküm kurulması savunma hakkının ihlali kapsamındadır. Savunma hakkı kutsal olup herkesin bu haktan faydalanması esastır. Eğer sanık yargı sınırları dışında başka bir suçtan tutuklu ise sanığın SEGBİS yoluyla savunmasının alınması şarttır[8].
Özetle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel haklar ve ödevler” bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiş olup, “temel hak” niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/8 ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-h maddeleri uyarınca savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir. Savunma hakkının temelini oluşturan sorgu, sadece sanık lehine getirilmiş bir hüküm değil, aynı zamanda maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla konulmuş, kamusal niteliği de bulunan emredici bir usul kuralıdır. Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı ilke olmakla birlikte, kanun koyucunun başka bir mağduriyete sebebiyet vermemek, yargılamanın uzamasını engellemek, usul ekonomisi, gereksiz emek ve gider kaybına neden olmamak açısından bazı sınırlamalara gittiği de bir gerçektir. Ancak bu sınırlamalar istisna olup, bu hâllerde dahi usul kanunumuz bazı şartların varlığını aramaktadır[9]. Asıl olan savunma hakkının adil yargılama ilkesi ışığında silahların eşitliği kapsamında kullandırılmasıdır. Amaç ivedilikle karar vermek olmayıp sanığın savunması alınarak delilleri ışığında yargılama yaparak maddi gerçeğe ulaşmaktır.
5320 sayılı Yasanın 13. maddesinde (1) Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının istemi üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafi ve vekile, avukatlık ücret tarifesinden ayrık olarak, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınarak Adalet ve Maliye bakanlıkları tarafından birlikte tespit edilecek ücret, Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla yer alan ödenekten ödenir. Bu ücret, yargılama giderlerinden sayılır. (2) Bu madde uyarınca yapılacak ödeme ve uygulamaya ilişkin usul ve esaslar Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir” şeklinde düzenleme getirilmiştir. Bu yasa hükümleri doğrultusunda Adalet Bakanlığınca 02/03/2007 tarihli “Ceza Muhakemeleri Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik” çıkartılmış, anılan yönetmelikte CMK hükümleri doğrultusunda görevlendirilen müdafii ve vekillerin ücretlerinin Adalet Bakanlığı bütçesinden ödeneceği düzenlenmiştir. 1136 sayılı Avukatlık Kanunun 163. Maddesinde avukatlık sözleşmesinin serbestçe düzenleneceği, aynı Kanunun 164. Maddesinde avukatlık ücretinin avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade ettiği belirtilmiştir. Türkiye Barolar Birliği tarafından yayınlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine ilişkin tebliğ, taraflar arasında serbestçe kararlaştırılan avukatlık sözleşmesi gereğince belirlenecek avukatlık ücretlerinin alt sınırını belirlemektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 324. Maddesinde “(1) Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.” şeklinde düzenleme getirilmiştir. Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir. Beraat eden sanık için yargılama nedeniyle yapılan giderler maliye hazinesinin üzerinde bırakılmakta olup, aralarındaki avukatlık sözleşmesine göre kendisini bir vekille temsil ettiren taraflar lehine hükmedilecek avukatlık ücreti de bu düzenlemeye dayanmaktadır. Buna göre, dosyanın incelenmesinde, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Ticareti Yapma veya Sağlama, (TCK 188/3.md.) suçundan yargılanan sanığa 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 150. Maddesinin 3. Fıkrası gereğince baro tarafından Av. ..’un müdafii olarak görevlendirdiği, müdafii ücretinin “Ceza Muhakemeleri Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik” hükümlerine göre kendisine ödendiği, sanık ile müdafisi arasında 1136 sayılı Avukatlık Kanunun 163. Maddesi gereğince düzenlenmiş bir vekalet sözleşmesinin bulunmadığı, sanığın yargılama nedeniyle avukatlık sözleşmesine dayalı olarak vekalet ücretine katlanmadığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlere, mahkemenin sanık lehine vekâlet ücretine hükmetmesi hukuka aykırı olup; yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu aykırılık, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 280/1-a ve 303. maddeleri uyarınca düzeltilebilir nitelikte olduğundan, Hükmün B fıkrasının 3. bendinde vekâlet ücreti ile ilgili kısımda yer alan ibarelerin hükümden çıkartılarak yerine ” Sanık kendisini vekaletnameli vekil ile temsil ettirmediğinden sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına ” ibarelerinin yazılmak, hükmün diğer kısımları ise aynen bırakılmak suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE,” ibarelerinin çıkartılarak, “Sanık S…’ın kendisini 04.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen zorunlu müdafii ile temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin II. Kısmının II. Bölümü gereğince kovuşturma için ödenmesi gereken 29.800,00 TL maktu vekalet ücretinden, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafii ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin Tarife uyarınca ödenen ücretin mahsubu ile bakiye kalan vekalet ücretinin hazineden alınıp sanık S..’a verilmesine” ibarelerinin eklenmesi, suretiyle, Bölge Adliye Mahkemesi hükmündeki hukuka aykırılığın DÜZELTİLEREK Tebliğname’ye kısmen uygun olarak, oy birliğiyle TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA, karar verilmiştir[10].
Yargıtay’ın zorunlu müdafilikte ücrete ilişkin aynı doğrultudaki bir diğer kararında şöyle denilmektedir; Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 14/4. maddesinde ki; “Beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Bu hüküm, sanığın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafisi bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanır.” düzenleme uyarınca sanık yararına, Hazine aleyhine sanık müdafisine ödenen zorunlu müdafilik ücreti mahsup edilmek suretiyle maktu vekâlet ücreti tayin olunması gerektiğinin gözetilmemesi lüzumu bozmayı gerektirmiş olup karar düzeltilerek onanmıştır[11].
Doç. Dr. Cengiz APAYDIN
Cumhuriyet Savcısı
CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV
CEZA HUKUKU BİLİNCİ PLATFORMU
GENÇLİK CEZA PLATFORMU
cezahukukubilinci.org
[1] Yargıtay 16. C.D’nin, 03. 07. 2018 tarihli, 2018/1305 esas ve 2018/2297 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır).
[2] Yargıtay 3. C.D’nin, 07. 07. 2025 tarihli, 2022/33207 esas ve 2025/20298 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır).
[3] Bıçak, Vahit, Suç Muhakemesi Hukuku. Ankara: 3. Baskı, 2010, 191.
[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; Talat …/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.3.2007.
[5] Yargıtay 16. C.D’nin, 03. 07. 2018 tarihli, 2018/1305 esas ve 2018/2297 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır).
[6] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, 10. 10. 2019 tarihli, 2019/390 esas ve 2019/586 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır).
[7] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 26. 12. 2024 tarihli, 2023/1887 esas ve 2024/8848 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[8] Nitekim Bölge Adliye Mahkemesi’nin aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “Hükmün verildiği 16.05.2023 tarihinde Kastamonu E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka suçtan hükümlü olarak bulunan ve duruşmadan vareste tutulma talebi olmayan sanık Mehmet… CMK’nın 193. ve 196. maddeleri gereğince son oturumda SEGBİS yoluyla duruşmada hazır bulundurulması sağlanıp yüzüne karşı hüküm verilmesi gerektiği gözetilmeksizin yokluğunda yargılamaya devam edilip karar verilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, bozmayı gerektirmiştir”. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 11. Ceza Dairesi’nin21. 03. 2025 tarihli, 2023/ 985 esas ve 2025/386 sayılı kararı.
[9] Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi’nin4. 02. 2025 tarihli, 2023/ 3340 esas ve 2025/360 sayılı kararı.
[10] Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 25. 06. 2025 tarihli, 2025/1115 esas ve 2025/7225 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[11] Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 26. 05. 2025 tarihli, 2024/22755 esas ve 2025/18941 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).