İNSAN ÖLDÜRME SUÇLARINDA KASTIN TESPİTİ

Doç. Dr. Cengiz APAYDIN Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

İNSAN ÖLDÜRME SUÇLARINDA KASTIN TESPİTİ

Kast somut olayın özelliklerine ve bu özellik içindeki ayrıntıların niteliklerine göre tespit edilmelidir. Kasta yüklediğimiz anlamın temelindeki beklenti failin bir zarar ve tehlikeyi gerçekleştirmek için hazırlıklara başladığını ve tam olarak planladığı şekilde gerçekleşmesi için çaba göstermesi durumu bulunmaktadır. Failin kastının tespiti için amacını elde etmek amacıyla gösterdiği çabaların araştırılarak, fail ile mağdurun ilişkisi, failin kullandığı vasıtanın niteliği, darbelerin sayısı ve yöneldiği bölge failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları olayın yeri ve zamanı faili suç işlemeye sevk eden sebepler ile suçun işlenmesine gerekçe olarak ileri sürülen her şekil muhtemel hakkı sebepleri ve mazeretleri hayatın olağan akışı içerisinde değerlendirerek failin zihnindeki resmi ortaya çıkarmaya çalışmak gerekmektedir. Çünkü kasıtlı suçlarda failin zihninde istediği sonucun nasıl gerçekleşeceği konusunda adeta zihinsel bir resim mevcuttur. Ceza hukukun da sanığın suç işleme kararını alırken zihninde geçirdiği aşamaları kavramak ve sanığın gerçekleştirdiği eylemden neyi amaçladığı tespit ispat hukukuna ilişkin bir sorun olduğundan muhakeme hukuku ile ilgili olup insanların ruh durumlarını doğrudan bilemeyeceğimizden onları tanımak için elle tutulur verilere dayanmamız gerekmektedir. Gerçekte kast, somut olaylarda harici delillerle yani tanık anlatımları, bilirkişi raporları, şikâyetçinin ifadeleri, kamera kayıtları, olay yeri krokileri ve inceleme raporları bilimsel ve teknik bulgularla tespit edilebileceği gibi harici delillerden tamamen bağımsız olan kanıtla örneğin itiraf yoluyla da tespit edilebilir[1].

Kastın tespiti için, olay anında failin vermiş olduğu eylem kararının niteliksel karakteri ile bu olgunun ispatında kullanılan kanıtları birbirinden ayrıştırarak değerlendirmemiz gerekir. Örneğin, “failin kişiliği” emaresi, kastın tespitinde kullanılabilir bir kanıt olabilir ama bu kavram, kastın maddi içeriğine dâhil olamaz. Bu durumda, objektif niteliği haiz emarelerin yanı sıra sübjektif niteliği ortaya koyabilecek emareler de kastın ispatında kullanılmalıdır. Bunlara örnek olarak, eylem öncesi ve sonrasındaki tavrı, failin gençliği, profesyonelliği, zihni durumu, algılamada eksiklik yaşayıp yaşamadığı, risk karşısındaki kişisel tavrı, mağdur ve fail arasındaki duygusal bağ vb. kanıtlar sıralanabilir. Asıl önemli olan, uygulamacının bu kanıtları kataloğa dönüştürmekten ziyade onları her somut olayda yeri geldiğinde incelemiş olmasıdır[2].

Ceza yargılamasında amaç, maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın ortaya çıkarılmasıdır[3]. Ceza muhakemesi, maddi sorunun çözülmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını ve ardından hukuki sorunun çözüme kavuşturulmasını amaçlamaktadır[4].

Ceza hukuku sistemimizde maddi gerçeği ortaya çıkarılması için delil serbesti ve delillerin serbestçe takdiri esas alındığında kural olarak hâkimin somut olayı özelliklerine ve eldeki delillere göre kastı tespit etmesi gerekmektedir. Hâkimin kastın hangi suça yönelik olduğu hususunda veya suç kastının olup olmadığı hususunda kesin bir yargıya ulaşamaması halinde “şüpheden sanık yararlanır”, ilkesi uygulanır. Şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesi, masumiyet karinesinin uzantısı olan evrensel bir kuraldır. Bu ilke, ceza yargılamasında ispat konusunda bir husus şüpheli kaldığında sanık lehine sonuç çıkarmayı ve karar vermeyi gerekli kılan bir prensiptir. Buna göre, sanığın mahkûm edilmesi için, suçluluğu konusunda yargıca yüzde yüz kanaat gelmesi şarttır[5]. Örneğin, failin eyleminin adam öldürmeye yönelik olduğu saptanmıyorsa failin yaralama kastıyla hareket ettiği kabul edilmelidir. Ancak uygulamada delil toplama tekniklerinin yetersizliği, delil toplamakta görevli araştırma ve soruşturma organlarının teknik ve donanım yetersizliği nedeniyle yeterince delil toplanamamakta olup kastın belirlenmesinde olayı yargılayan hâkimin bakış açısına göre “şüpheden sanık yararlanır”, ilkesi uygulandığı gibi, ”şüpheden iddia güçlenir” şeklinde hukuksal bir temeli olmayan fiili bir uygulamaya yol açılmıştır. Oysa olayı yargılayan hâkimin sanığın kastını tespit için maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik her türlü delil ve verilerin hukuka uygun yöntemlerle toplanarak mahkemeye sunulması gerekmekte olup, mahkemeyi yetersiz soruşturma ve delillerle baş başa bırakarak sanığın kastının tespiti ceza hukukuna itibar sağlamayacağı gibi toplumun ceza adaletine olan güvenini ortadan kaldıracaktır. Şüphesiz ki, kast ceza hukukunun en önemli kavramlarından biri olup, yukarıda Yargıtay’ın sanığın kastını belirlerken belli suç tiplerine yönelik belli ölçütlere göre suç kastını tespit ettiği, ancak bazı ölçütlerin değişen olayın özelliklerine göre kasta farklı anlamlar yüklediği görülmüştür[6].

Kasten öldürme kastını ortaya koyan birden fazla parametrenin birleşme halinde artık eylemin kasten yaralama suçunu oluşturduğundan bahsedilemez[7]. Öldürme kastı failin tehlikelilik halini ortaya koyan dışa yansıyan davranışlarıyla belirlenmektedir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “Mağdurun tabanca ile bir el ateş edilmek suretiyle sağ omuz bölgesinden (klavikula) hayati tehlike geçirmesine, iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığa yakalanmasına, (2) derecede kemik kırığına sebebiyet verecek şekilde yaralandığı olayda suçta kullanılan araç, hedef alınan bölge, katılanda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, sanıkların eylem sonrasında sergilediği tutum ve davranışlar birlikte nazara alındığında sanıklar hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan hükümler kurulması gerektiği gözetilmeksizin suçun vasıflandırmasında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde kasten yaralama suçundan hükümler kurulması yönünden hükümde hukuka aykırılık bulunmuştur”[8].

Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;”1. Olay günü saat 21:30 sıralarında sanıklar Samet, Özkan ve Müjdat ile Hacı …’ in aralarında anlaşıp araç ile yol kenarında bekleyerek kendisine ait traktör ile yanında oğulları Erkan ve Serhat ile birlikte katıldığı düğünden evine dönmekte olan katılan Hüseyin’in yolunu kestikleri, sanıklar Samet, Özkan, Müjdat ve Hacı M..’ in traktörde bulunan katılan Hüseyin ile temyiz dışı katılanlar Erkan, Serhat’ı aşağı indirip ellerinde bulunan sopalarla darp etmeye başladıkları, katılan Hüseyin’in kafasına nacak, sopa veya bu nitelikte bir cisimle vurulduğu, bu esnada Erkan’ın elinde eve geç saatte dönecekleri için tedbiren yanına aldığı babası katılana ait av tüfeğini sanık Samet’in aldığı, arbede esnasında Erkan’ın yanında getirdiği tüfek ile ele geçirilemeyen ikinci bir tüfeğin ateşlendiği, bu arada kime ait olduğu belli olmayan bir erkek sesinin 2 defa “Özkan sıkma” diye bağırdığı, olay yerine yaklaşmakta olan bir araç görülmesi üzerine sanıkların eylemlerini tamamlayamadan olay yerinden ayrıldıkları olayda, katılan ve temyiz dışı mağdurların istikrarlı beyanlarına göre sanık Hacı M..’in diğer sanıklar ile birlikte iştirak iradesi ile hareket ettiği ve eyleminin sübuta erdiği anlaşıldığından tebliğnamede bozma öneren görüşe iştirak edilmemiştir. Olayın oluş şekli, soruşturma aşamasında beyanı alınan tanık Gökhan’ın beyanı, temyiz dışı mağdur Serhat’ın ibraz etmiş olduğu ses kaydı nazara alındığında, temyiz dışı mağdurlardan ve katılandan sanıklara yönelen haksız söz ve davranış bulunmadığı anlaşıldığından sanıklar hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma sebebi yapılmamıştır. Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan ve dosya kapsamına göre yeterli olduğu anlaşılan delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin açıkça gösterildiği, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, olayın oluş şekline göre meşru savunma şartlarının oluşmadığı, suçta kullanılan araç, darbe yeri ve sayısı, hedef alınan bölge, katılanda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, sanıkların eylem sonrasında sergilediği tutum ve davranışlar nazara alındığında suç vasfının kasten öldürmeye teşebbüs olarak kabulünde isabetsizlik bulunmadığı, yargılama sonucunda oluşan kanaat ve takdire göre ceza yaptırımının yasal bağlamda ve gerekçesi gösterilerek belirlendiği anlaşıldığından, sanığın temyiz sebeplerinin incelenmesinde hükümlerde bozma nedeni dışında bir hukuka aykırılık bulunmamıştır”[9].

Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin temyiz edilmesi üzerine verilen bir kararda şöyle denilmektedir;  “Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan ve dosya kapsamına göre yeterli olduğu anlaşılan delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin açıkça gösterildiği, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eksik incelemenin bulunmadığı, dosyada mevcut delillerin isabetli şekilde değerlendirildiği, adil yargılanma haklarının ihlal edilmediği, adli raporların yeterli ve hüküm kurmaya elverişli olduğu, eylemlerin sanıklar tarafından öldürme kastıyla gerçekleştirildiğinin saptandığı, suç vasfının isabetli bir şekilde belirlendiği, meşru savunma ve sınırın aşılması hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığı, dosya içeriğinden varlığı anlaşılan, maktulden sanıklara yönelen ve haksız tahrik oluşturan eylemlerin niteliği ve ulaştığı boyut dikkate alındığında belirlenen indirim oranının isabetli olduğu, suçun kanuni tanımındaki fiili gerçekleştiren sanıkların fail olarak kabulünde isabetsizlik bulunmadığı, takdiri indirimin Mahkemenin takdir yetkisi kapsamında, yasal, yerinde ve yeterli gerekçelerle uygulanmasına karar verildiği anlaşıldığından temyiz sebeplerinin incelenmesinde hükümlerde hukuka aykırılık bulunmamıştır”. Yargıtay kararında belirtildiği üzere suç kastının tespitine yönelik somut olgular üzerinden bir değerlendirme yapılmamış olup olması gereken hukuk açısından suç kastının tespitine yönelik itirazların hangi gerekçelerle reddedildiğinin ayrıntılı bir şekilde kararda tartışılması ve gerekçeli olması şarttır. Hukukun gelişmesi ve adaletin etkin bir şekilde tecelli etmesi ancak yargı organlarının gerekçeli kararları ile mümkün olup silahların eşitliği gözetilmek suretiyle ceza hukukuna egemen ilkeler ışığından adil bir yargılama yapılarak tarafların tatmin edilmesi, hukuka duyulan güvenin artması ve adalet duygusunun geliştirilmesi gerekir.

Ceza hukuku sistemimizde maddi gerçeği ortaya çıkarılması için delil serbesti ve delillerin serbestçe takdiri esas alındığında kural olarak hâkimin somut olayı özelliklerine ve eldeki delillere göre kastı tespit etmesi gerekmektedir. Hâkimin kastın hangi suça yönelik olduğu hususunda veya suç kastının olup olmadığı hususunda kesin bir yargıya ulaşamaması halinde “şüpheden sanık yararlanır”, ilkesi uygulanır. Şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesi, masumiyet karinesinin uzantısı olan evrensel bir kuraldır. Bu ilke, ceza yargılamasında ispat konusunda bir husus şüpheli kaldığında sanık lehine sonuç çıkarmayı ve karar vermeyi gerekli kılan bir prensiptir. Buna göre, sanığın mahkûm edilmesi için, suçluluğu konusunda yargıca yüzde yüz kanaat gelmesi şarttır[10].

Anayasa’nın 38 ve 138/1 ile CMK’nın 217/1 ve İHAS’nin 6/2. maddeleri sarahatine göre ispat hukuku bakımından vicdani kanaat esasını benimseyen Ceza muhakememizin amacı,  geçmişte yaşanan ya da yaşandığı iddia olunan vakıayı/maddi gerçekliği, insan onuruna yaraşır biçimde ortaya çıkarmaktır. Olay mahkemesi yapacağı öğrenme yargılamasında taraflar ve delillerle doğrudan muhatap olup muhakeme hukukuna ilişkin normlar doğrultusunda, gerektiğinde mantık ilminden ve tecrübe kurallarından da faydalanarak sorunu mahkeme önünde temsil etmeye çalışacak, böylece sezgileriyle değil akıl yoluyla vicdani kanaate ulaşarak (Metin Feyzioğlu, Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Yetkin Yayınevi, s. 139) maddi sorunu çözecektir. Bu yetki münhasıran olay mahkemesine aittir. Vicdani kanaate ulaşılması, isnat olunan fiilin ispatlandığı anlamına gelir. Bu nedenle, vicdani kanaat hukuki sorunla değil, maddi sorunla ilgili bir kavramdır ve vicdani kanaate ulaşacak makam da maddi uyuşmazlığı çözmeye yetkili derece mahkemeleridir. Hukuki sorunun çözümünde vicdani kanaat ölçütü kullanılamaz. Çünkü hukuki sorunun doğru çözümü, maddi olaya uygulanması gereken hukuk kurallarının doğru bulunması ve doğru yorumlanması ile ilgilidir. Vicdani ispat sisteminde hâkimler, hür vicdanlarına göre hüküm verirler. Kural olarak her türlü delil aracı kullanılabilir ve bunlar serbestçe değerlendirilir. Ancak bu serbestliğin sınırını yine hukuk nizamı belirler. Nitekim Anayasa’nın 138/1. maddesine göre hâkim, vicdani kanaatini oluştururken, Anayasa’nın, kanunların ve hukukun çizdiği çerçevede kalmak zorundadır. Delil araçlarının ne zaman ve kimler tarafından ikame edilebileceği, bunların muhakemede tabi tutulacakları işlemler, delil aracı ikame taleplerinin hangi şartlarda ret olunabileceği, çelişme yönteminin hayata nasıl geçirileceği, delil aracı yasaklarının neler olduğu gibi konular hukuk tarafından düzenlenir (Feyzioğlu, s. 357). Kural olarak delillerle doğrudan temas kurmayan ve öğrenme yargılaması yapamayan Yargıtay’ın, hukuka uygun olarak elde edilen delilleri takdir etme ve bu suretle ilk derece mahkemelerinin vicdani kanaatini denetleme, aslında olayın nasıl cereyan ettiğini ortaya koyma imkânı bulunmamaktadır. Ancak hükmün gerekçesini esas alarak, bu delillerle varılan sonucun/kabul edilen maddi vakıanın, akıl yürütme/mantık kurallarına, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel kaidelere uygun olup olmadığını denetleyebileceğinde de kuşku yoktur. CMK’nın 288. maddesinin Hükûmet Tasarısı’ndaki gerekçesinde bu duruma: “Delillerin yanlış değerlendirilmesi, kuralların yorumunu ve eylemin gerçek niteliğinin saptanmasını etkilediğinde elbette ki hukuka aykırılık oluşturur.” denilerek işaret edilmiştir.  Uygulama da bu şekilde istikrar kazanmıştır. Doktrinde Yenisey; “Bir hukuk normu olmayan fizik ve mantık kuralları ve tecrübe kaidesi, bir hukuk normu gibi ele alınarak bunlara aykırı olan vicdani kanaatin denetlenmesine imkân sağlamaktadır.” (Feridun Yenisey, İstinafta Maddi ve Hukuki Mesele Denetimi, Dr. Dr. Silvia Tellenbach’a Armağan, Seçkin Yayınları, s. 1282) diyerek aynı düşünceyi benimsendiğini ifade etmiştir. Çünkü sağlıklı bir hukuki denetimin ön şartı, maddi vakıanın usulüne uygun, tam ve doğru olarak belirlenmiş olmasıdır. Buna göre ceza yargılamasında kanıt serbestliği ilkesi başlığı altında; a) Her şeyin kanıt olabileceği (hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş), b) İlgililerin kanıt ileri sürebilecekleri, c) Hâkimin kendiliğinden kanıt araştırabileceği, (hatta zorunlu olarak araştırması gerektiği), d) Kanıt ileri sürmede zaman kısıtlaması olamayacağı, e) Kanıtlama külfetinin sanığa yüklenemeyeceği, f) Kanıt değerlendirmede hâkimi bağlayan üstün kanıtın söz konusu olmayıp hâkimin tüm kanıtları serbestçe değerlendirebileceği, (vicdani kanaat) şeklinde ulaşılabilecek olan temel prensipler aynı zamanda ceza yargılamasının da temel ilkelerini oluşturur. Bu ilkelerin birinden dahi vazgeçmek, ceza yargılamasının temel ilke ve yapısına aykırı davranmak anlamını taşır (YCGK, 08.04.1991 tarihli ve 81-111 sayılı)[11].

Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de öğreti ve uygulamada, suçsuzluk ya da masumiyet karinesi olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; in dubio pro reo olarak ifade edilen şüpheden sanık yararlanır ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılabilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olay ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık ispata dayanmalı, bu ispat hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Toplanan delillerin bir kısmı gözetilip diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaat üzerinden yüksek de olsa bir ihtimale göre sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir (YCGK, 11.6.2013 tarihli ve 36-294 sayılı). Şu hâlde, isnat edilen fiilin sanık tarafından icra edildiğinin kabulü için, gerekçeli ve muhtemel şüphenin tamamen yenilmesi gerekir. Zira kabili te’lif olmayan şüphe ve gerçeğin yan yana mevcudiyeti üzerinden salt bir kanaate ulaşılmasının, mantık ve hukuk kurallarına uygun olduğu söylenemeyeceği gibi maddi gerçekliğin bütünüyle ortaya çıkarıldığı da ileri sürülemeyecektir. Somut olayda, eski eşi olan sanık D..in annesi, anneannesi ve dedesini öldürdüğü kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü ile sabit olan ve koşullu salıverme kararıyla cezaevinden çıktıktan sonra bir şekilde sanıkları aynı evde birlikte yaşamaya ikna eden katılanın, olay tarihinden bir gün önce sanık D.. ile arasında çıkan tartışma sırasında evin camını kırdığı, sanık D..’i tehdit ettiği ve darp ettiği, bu nedenle katılan hakkında uzaklaştırma kararı alındığının dosyadaki tutanaklardan sabit olduğu, sanıkların suça konu yanma olayı henüz gerçekleşmeden katılana telefonla bu kararı haber verdikleri, buna rağmen katılanın olay tarihinde müşterek konuta konuşmak için gittiğini ikrar ettiği anlaşılmaktadır.  Katılan her ne kadar kovuşturma aşamasında sanıkların, kapının hemen girişinde sırtından vurarak kendisini yere düşürdüklerini, sanık U..’un pet şişedeki benzini üzerine döktüğünü ve eşi sanık D..’in çakmakla ateşe verdiğini beyan etmiş ise de; hastanede alınan ilk beyanında benzini kimin ateşlediğini bilmediğini söyleyerek çelişkiye düştüğü, olay yeri inceleme raporunda evin içerisinin dağınık vaziyette olduğu ve girişten sonra sağdaki odada bulunan kanepe ile üzerindeki battaniyede yanık izi olduğunun belirtilmesinin çıkan arbede ve yanma hadisesinin antrede değil oturma odasında gerçekleştirdiğini gösterdiği, yine katılanın adli muayene raporunda yer verildiği üzere sırtında bir sopa izine veya ekimoza dair bir bulgu görülmediği, dosyadaki ekspertiz raporundan anlaşıldığı üzere; sanıkların ellerinden alınan svaplarda benzin türevi herhangi bir maddenin tespit edilmediği, olay yerinde ele geçirilen benzin dolu pet şişe üzerinde yalnızca sanık D..’in parmak izine rastlanmasının ise; katılanın oğlu Umut’un şişeden benzin döktüğüne dair anlatımıyla ters düşmekle birlikte sanık D..’in ateşi söndürme sırasında veya sonrasında bir kenara koymak amacıyla şişeye dokunması sonucu da oluşabileceğine dair sanık savunmasını destekleyen bir şüphe oluşturmaktan öteye geçmediği, adli muayene raporlarında sanıkların vücutlarının aynı ev içinde çıkan yangından hiçbir şekilde etkilenmediklerinin belirtildiği ve katılanın sanıklar tarafından battaniye ile söndürülmesinin hemen akabinde sanık Dilek’in 112 acil servisi aramasının öldürme veya yaralama kastı ile hareket ettiğini şüphede bıraktığı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; mahallinde ikame olunan ve tartışılan delillerin, gerekçeli/muhtemel şüphenin tamamen ortadan kaldırılması ve sanığın müsnet teşebbüs aşamasında kalan kasten öldürme suçunu işlediği yönünde vicdani kanaat oluşması için yeterli olmadığı anlaşılmakla in dubio pro reo/şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince ispat edilemeyen suçtan beraat kararı verilmesi gerektiği kabul edilmelidir[12].

Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından ceza hukukunun en problemli alanlarından biri olan suç kastının tespitinin sağlıklı ve etkin bir şekilde yapılarak ceza adaletinin sağlanarak toplum düzenini koruma ve insanların güvenli bir hukuk devletinde yaşamaları için Cumhuriyet savcıları, ceza hâkimlerinin niteliklerinin ve niceliklerinin arttırılması, hâkim ve savcı bağımsızlığı ile teminatının sağlanarak kurumsallaştırılması gerekmektedir. Ayrıca gerçek bir adli kolluk sisteminin oluşturularak, adli kolluk içerisinde hukuk, maliye, bilişim ve iletişim uzmanları istihdam edilerek, fizikçi, biyolog ve kimyacı adli tıp uzmanlarının nitelik ve niceliklerinin arttırılmalıdır. Özellikle adli kolluk görevlileri, olay yeri uzmanları, haberleşme uzmanları, adli bilişim uzmanları ile adli tıp uzmanlarının cumhuriyet savcılarının koordinesinde işbirliği içinde hareket etmesi adil, hızlı ve etkin soruşturmaların yapılması için şarttır. Delil toplama tekniklerinin geliştirilerek, parmak izi ve DNA bankalarının kurulması, kamuya açık belli alanlarda kamera görüntülerinin kaydedilerek, hukuka uygun bir şekilde araştırılıp, soruşturma ve kovuşturma organlarınca kullanılarak, failin suç kastının olup olmadığı veya suç kastının hangi suça yönelik olduğunun soruşturma aşamasından başlayarak titiz bir çalışma ile her somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesi gerekmektedir[13].

Suç vasfının tespitinde dosya kapsamındaki delillerin aklın, bilimin ve mantığın ışığında hayatın olağan akışına göre değerlendirilmesi gerekir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” Önleme araması kapsamında üzerlerinden uyuşturucu madde bulunan Yakup ve Tuncay’ın uyuşturucu alışverişi için sanıklar Armağan ve Muhammet ile buluşacaklarının jandarma tarafından öğrenilmesi üzerine katılanların buluşma noktasına giderek beklemeye başladıkları,  sanık Muhammet’in sevk ve idaresindeki araçla sanıkların olay yerine geldiği, araçların yan yana durduğu, sanıkların uyuşturucu alışverişi için beklerken katılanların “dur, Jandarma” şeklinde ikaz ederek silahlarla araçtan inmesi üzerine sanıkların yakalanacaklarını anlayıp bulundukları aracın sağ ön kısmından katılanlara ateş açıldığı ve her iki katılanın hayati tehlike meydana gelecek şekilde yaralandıkları olayda;  katılanların ilk beyanlarında “sanıkların bulunduğu aracın sağ ön yolcu koltuğunda oturan kişinin kendilerine ateş ettiğini” anlattıkları, olay yerinde bulunan kamera görüntülerinde sanıkların bulunduğu aracın sağ ön kapısının açılarak ateş açıldığının anlaşıldığı, olay anında silahla ateş edenin aracın sağ ön yolcu kısmında oturan sanık Armağan olduğunun duruşmada hazır bulundukları sırada katılanlar tarafından beyan edildiği, sanık Armağan’ın kolluk beyanında “olay yerinden kaçarken silahla geriye doğru ateş ettim, ancak mermi bittiği için tabanca ateş almadı, bu nedenle silaha dokunduğum için parmak izim çıkabilir”  şeklindeki beyanları, olay sonrası sanıkların Armağan’ın ailesinin evine birlikte gittikleri, olay nedeniyle kaçmak ve saklanmak için Armağan’ın ailesinden para istedikleri, Armağan’ın ailesine “bize ateş açıldı, ama ben onları vurdum” şeklinde anlatımlarda bulunmuş olması hususları da nazara alındığında, sanık Armağan’ın katılanlara yakın mesafeden hedef gözeterek birden fazla el ateş ettiği, jandarma tarafından yakalanacakları korkusu ile olay yerinden bu şekilde kurtulmak istediği, eylemlerinin kamu görevlisine karşı nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu, sanık Armağan’ın 5237 sayılı Kanun’un 37. maddesi gereği nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yerinde olmayan gerekçe ile beraatına karar verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur[14].

  Doç. Dr. Cengiz APAYDIN
Cumhuriyet Savcısı
    Cenk Ayhan APAYDIN
Avukat-Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org


[1]     Apaydın, Ceza Hukukunda Doğrudan Kast, Olası Kast, Basit Taksir ve Bilinçli Taksir Kavramları. 118.

[2]     Ozansü, Mehmet Cemil, Ceza Hukukunda Kasttan Doğan Sübjektif Sorumluluk, Ankara 2007, 194.

[3]     YCGK.8.7.1991, 1–200/231, YKD, Haziran 1992, 91 vd.

[4]     Yurtcan, Erdener, Ceza Yargılaması Hukuku, 5. Baskı, İstanbul 1996, 212; Feyzioğlu, Metin, Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Ankara 2002, 68.

[5]     Yurtcan, 52.

[6]     Apaydın, Ceza Hukukunda Doğrudan Kast, Olası Kast, Basit Taksir ve Bilinçli Taksir Kavramları, 120.

[7]     Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan ve dosya kapsamına göre yeterli olduğu anlaşılan delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin açıkça gösterildiği, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, hükme esas alınan adli raporların yeterli olduğu, eyleme uyan suç vasfının doğru biçimde belirlendiği, yargılama sonucunda oluşan kanaat ve takdire göre ceza yaptırımının yasal bağlamda ve gerekçesi gösterilerek belirlendiği, eşinin kendisini maktul Erdoğan ile aldattığını düşünen sanığın, İbrahim ile birlikte silahlı bir şekilde maktul Erdoğan’ı iş yerinden alarak olay mahalline geldiği, maktul İbrahim ve maktul Erdoğan arasında arabada çıkan tartışmanın büyümesi üzerine İbrahim’in aracı durdurduğu ve her iki maktulün de araçtan indiği, İbrahim’in aracın bagajında bulunan silaha doğru yöneldiği, bu sırada maktul Erdoğan’ın maktul İbrahim’i yakın atış mesafesinden vurarak kaçtığı, sanığın da kendisine ait olan tüfeği alarak olay yerinden kaçarak uzaklaşmakta olan maktul Erdoğan’a öldürmeye elverişli olan tüfek ile ateş ettiği, maktule isabet eden iki iri saçma tanesinden birinin kişiyi başlı başına ve müştereken öldürebilecek mahiyette olduğu, sanığın olayda kullandığı suç aletinin elverişliliği, atışların vücuttaki isabet bölgeleri ve maktul ile arasındaki husumet dikkate alındığında sanığın olayda öldürme kastıyla hareket ettiğinin kabulü gerektiği, sanığın suçu eşinin kendisini maktul ile aldattığı düşüncesiyle işlemiş olması karşısında haksız tahrik hükümlerinin yerinde ve doğru oranda uygulandığı, takdiri indirimin Mahkemenin takdir yetkisi kapsamında, yasal, yerinde ve yeterli gerekçelerle uygulanmasına karar verildiği anlaşılmakla, hükümde hukuka aykırılık bulunmamıştır”. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 11. 03. 2024 tarihli, 2022/9254 esas ve 2024/1611 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[8]     Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 16. 04. 2024 tarihli, 2022/14845 esas ve 2024/2525 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[9]     Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 21. 05. 2024 tarihli, 2023/7386 esas ve 2024/3739 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[10] Yurtcan, Erdener, Ceza Yargılaması Hukuku, 5. Baskı, İstanbul 1996, 52.

[11] YCGK’nun 11.06.2025 tarihli, 2022/1-610 esas ve 2025/249  sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[12] YCGK’nun 11.06.2025 tarihli, 2022/1-610 esas ve 2025/249 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[13]   Apaydın, Cengiz, Ceza Hukukunda Doğrudan Kast, Olası Kast, Basit Taksir ve Bilinçli Taksir Kavramları, 120.

[14] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 28. 05. 2025 tarihli, 2023/8446 esas ve 2025/4377 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).