MALPRAKTİS EYLEMLERİNİN HUKUKİ VE CEZAİ ESASLARI (İKİNCİ BÖLÜM) AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

MALPRAKTİS EYLEMLERİNİN

HUKUKİ VE CEZAİ ESASLARI (İKİNCİ BÖLÜM)

35. Bilirkişi raporları ile sanığa/davacıya uygulanan tedavide tıbbi hata olup olmadığı, tedavinin komplikasyon olup olmadığı, hastadan/yaralıdan aydınlatılmış onamının alınıp alındığı, sanık/davalı hekim ve hastaneye yüklenecek kusur bulunup bulunmadığı ile maddi ve manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı incelenecektir.

36. Robotik cerrahinin uygulandığı bir tıbbi müdahalede cerrahi robotun davranışıyla gerçekleşen bir zarar varsa ve bu netice öngörülebilirse somut olayın özelliklerine göre yazılımcının ve/veya üreticinin cezai ve/veya hukuki sorumluluğu bulunmaktadır. Güven ilkesi kapsamında koşullarının oluşması halinde cerrah ve/veya diğer sağlık mensuplarının da cezai ve/veya hukuki sorumluluğu söz konusu olabilmektedir[1].

37. Dosyada bulunan uzman görüşü (mesleki kanaat raporu)  ile bilirkişi raporları çelişkili ise çelişkinin giderilmesi için yeniden bilirkişi raporu alınması talep edilmelidir.

38. Eğer özel hastaneye ve/veya sigorta şirketine karşı maddi ve manevi davası açılacaksa ticaret mahkemesinde açılmalıdır. Kamu görevlisi olan hekimin kişisel kusurundan doğan davalarda görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir.

39. Eğer özel hastaneye ve hekime karşı birlikte maddi ve manevi davası açılacaksa tüketici mahkemesinde açılmalıdır. Davacı ile davalılar arasında vekil-müvekkil ilişkisi mevcut olup, davadaki talepler vekillerin vekâlet görevini ifada özen borcuna aykırı davrandıkları iddiasına dayalı bulunmakla, uyuşmazlığa vekâlet hükümleri uygulanmalı ve doğal olarak, uyuşmazlığın da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. Hemen belirtmek gerekir ki, taraflar arasında tedavi hizmetine ilişkin vekâlet sözleşmesi vardır. 6502 Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümlerine göre taraflardan birinin tüketici olduğu vekâlet sözleşmelerine ilişkin uyuşmazlıkların da tüketici mahkemesinde görülmesi zorunludur[2]. HMK’nın 114/c maddesi bendinde mahkemenin görevli olması dava şartları arasında sayılmıştır. Yine HMK’nın 138. maddesinde mahkemenin öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verileceği gerekirse tarafları dinleyebileceği düzenlenmiş olup Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında sözleşme ilişkisi kurulmuş ise davaya bakmakla görevli mahkeme tüketici mahkemesidir.

40.  Uyuşmazlık, ayıplı hizmetten doğan hekim hatasına dayalı maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Mahkemece hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı ve alanında uzman hekimlerden oluşan bilirkişi heyet kurulu raporlarında, davacıda ameliyat sonrası gelişen olumsuzlukların tıbbi kusura bağlı olmayan komplikasyonlar olduğu görüş ve kanaati bildirilmiş olup bilirkişi raporlarının Yargıtay, taraf ve Mahkeme denetimine açık, denetlenebilir olduğu, ayrıca dava dilekçesinde davacı yanın yazılı onamının alınmadığına ilişkin bir iddiasının bulunmadığının da anlaşılmasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın onanmasına karar verilmiştir[3].

41.  Davalı hekimin özen yükümlülüklerini ihlal edip etmediği, hekim ve/veya hastanenin kusurunun bulunup bulunmadığı,  komplikasyon oluşmuş ise komplikasyon yönetiminin doğru yapılıp yapılmadığı ve hastane çalışanı olan hekimin gerçekleştirdiği ameliyat ve tedaviden dolayı davalı hastanenin   objektif  olarak  sorumlu olup olmadığının incelenmesi gerekir.  Davalı hekimin üstlendiği vekalet gereği; davacının somut durumuna ilişkin yapılan tanı, teşhis ve tedavi sürecine ilişkin tıp biliminin standartlarına uygunluk nedeniyle davalının kusurunun bulunmadığının ve komplikasyon yönetiminin doğru yönetildiği eğer  ATK ve/veya  üniversite bünyesinde görevli hekim heyet raporu ile tespit edilmişse  davalıların  sorumluluklarının bulunmaması nedeniyle  davanın reddine karar verilecektir.

42.  Davacın eğer özel hastaneden hizmet alan tüketici konumunda ise davalılardan birinin tacir olması hali tüketici işlemine etki eder nitelikte  olup dava şartı yokluğundan mahkemenin davanın  asliye hukuku mahkemesi veya ticaret mahkemesinde  açılmış olması halinde  usulden reddine karar verilmesi gerekir. Böyle durumlarda görevli mahkeme tüketici mahkemesidir.

43. Tedavi açısından gerekli bir tetkik olup olmadığı,  söz konusu tetkik yapılsaydı hastaya yapılması gereken müdahalenin tespitine etkisi olup hastada meydana gelen sonucun engellenip engellenmeyeceğinin değerlendirmesinin eylemin malpraktis olup olmadığının tespiti açısından çok önemlidir.

44.Hekimin hastayı erken taburcu edip etmediği araştırılmalıdır. Hasta taburcu edildikten sonra oluşan istenmeyen zararlı sonuç kapsamındaki komplikasyonun ortaya çıkmasıyla taburculuk zamanı arasında bir illiyet bağının bulunup bulunmadığının tespitine yönelik olarak hasta hastaneden taburcu edilmeseydi komplikasyon gelişip gelişemeyeceği araştırılmalıdır.

45. Uyuşmazlık, vekâlet ilişkisinden kaynaklı hekim hatası iddiasına dayalı tazminat davasıdır. Temyizen incelenen kararda belirtilen gerekçeye, özellikle mahkemece aldırılan ATK raporu ile bilirkişi kurul raporlarının birbiriyle uyumlu olmasına, meydana gelen tıbbi sonucun komplikasyon olarak nitelendirilmesine, aydınlatılmış onam formunda davacının geçirdiği operasyon sonucunda oluşabilecek komplikasyonların detaylı şekilde belirtilmiş olmasına, davalılara sorumluluk yüklenemeyeceğinin anlaşılmasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan kararın onanmasına karar vermek gerekmiştir[4].

46. Uyuşmazlık,  eser sözleşmesi niteliğinde estetik müdahaleden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin ise görevli mahkeme tüketici mahkemesidir. Taraflar arasında sözleşmenin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470. ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi niteliğinde estetik müdahaleyi kapsayan hukuki ilişki bulunduğu anlaşılmaktadır. Davacı iş sahibi-hasta, davalılardan hekim müdahaleyi gerçekleştiren, diğer davalı ise hastane işletmecisidir. Davacıya uygulanan işlemin estetik yönü ağır basan bir ilişki olduğu dosya kapsamından ve davalının beyanlarından da anlaşılmaktadır. Estetik müdahalelerde yüklenici, somut olayda hastane ve hekim hastanın istediği sonucu elde etmesini garanti etmektedir. Esasında eser sözleşmesiyle tedavi sözleşmesinin farkı da sonucun garantisiyle ilgilidir. Estetik müdahale, sonucu garanti edilen bir sözleşmedir. Diğer yandan yüklenicinin borçları TBK’nın 471. maddesinde düzenlenmiş olup, “(1) Yüklenici, üstlendiği edimleri iş sahibinin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle ifa etmek zorundadır. (2) Yüklenicinin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alandaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin göstermesi gereken mesleki ve teknik kurallara uygun davranışı esas alınır.” denilmiş olup, yüklenici olan hekimin de bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere edimini sadakat ve özenle ifa etmek yükümlülüğü bulunmaktadır. Yüklenicinin özen borcundan doğan sorumluluğunda benzer alanlardaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin göstermesi gereken mesleki ve teknik kuralların esas alınacağı da açıklanmıştır. Yine eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici sonucu garanti etmiş sayılmalıdır. Komplikasyonlarda ise aydınlatma yükümlülüğü ve komplikasyon yönetiminin doğru yapılması yine yüklenicinin (hekimin/hastane işleticisinin) sorumluluğundadır.  Diğer yandan, 04.04.1997 tarihinde imzalanan ve 09.12.2003 tarihinde 25311 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren ve iç hukukumuzun bir parçası haline gelen Avrupa Biyotıp Sözleşmesi 16.03.2004 tarihinde onaylanmış olup, sözleşmenin “Meslek Kurallarına Uyma” başlıklı 4. maddesinde, “araştırma dâhil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” düzenlemesi karşısında, davacıya hastane ortamında tıbbi müdahalede bulunulduğuna göre bu sözleşme hükümleri de esas alınarak uyuşmazlığın çözümü zorunludur. Sözleşmenin 4. maddesinde kastedilen standartın da, tıbbi standart olduğu tartışmasız olup, tıbbi standartlara aykırılık teşhis ya da tedavi aşamasında ya da müdahale sonrasındaki süreçte noksanlık ya da yanlışlık şeklinde gerçekleşebilir. “Tıbbi Standart” hekimin tedavinin amacına ulaşması için gerekli olan ve denenerek ispatlanmış bulunan, hekim tecrübesi ve doğa bilimlerinin o anki ulaştığı düzeyi ifade etmekte olup, denenmiş ve bilinen temel meslek kurallarıdır. Sözleşmenin eser niteliğindeki estetik müdahalelerde de uygulanacağının kabulü zorunludur.  Ameliyat ve dava tarihinde yürürlükte olan TBK’nın 56. maddesinde; “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir” düzenlemesi mevcuttur.    Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı, kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir.   Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir. Maddi zararda olduğunun aksine manevi tazminatta kesin bir hesabın yapılması olanaksızdır. Bunun için miktarı, somut olayın özelliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak TMK’nın 4. maddesi uyarınca hâkim tarafından takdir ve tayin edilir. Hâkim, manevi tazminatın miktarını belirlemede geniş bir yetkiye sahiptir. Takdir edilecek bu tutar, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 tarihli ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde, takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel durum ve koşullar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde nesnel (objektif) ölçülere göre uygun (isabetli) bir biçimde göstermelidir. Hâkim belirlemeyi yaparken somut olayın özelliğini, zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, duyulan ve ileride duyulacak elem ve ıstırabı gözetmelidir.   Yukarıda yer verilen ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; İlk Derece Mahkemesince, Adli Tıp Kurumu raporunda üst göz kapağı bleferoplasti ameliyatının isteğe bağlı gerçekleştirilebileceği, kişinin operasyon öncesine ait fotoğrafları incelendiğinde 29/01/2019 tarihinde üst göz kapaklarında sarkma nedeniyle …Cerrahi Tıp Merkezinde yapılan bleferoplasti işlemi endikasyonunun uygun olduğu, operasyon sonrasın insizyon hattında skar ve her iki göz kapağı arasında asimetri olmasının söz konusu ameliyatın her türlü dikkat ve özene rağmen gelişebilecek bir komplikasyonu olarak değerlendirildiği, bu durumun mükerrer operasyonlar ile kısmen düzeltilebileceği ancak kişinin ameliyat sonrası davalı  hekime başvurusu olmadığı dolayısıyla ilgili hekimin komplikasyon yönetimi imkanı bulunmadığı, tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde hekimin eylemlerinin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğunun bildirildiği ve hükme esas alınan rapor doğrultusunda dava reddedilmişse de; taraflar arasındaki sözleşmenin eser sözleşmesi niteliğinde olduğu, yukarıda yapılan açıklamalar gözetildiğinde davacının göz kapağı ile ilgili isteminin yüklenici tarafından daha güzel bir görünüme kavuşturulacağı yönünde bir garanti verilmesi ve müdahale sonrası sürecin sağlıklı bir şekilde neticelendirilmesi niteliğinde olduğu, ancak yapılan ameliyat sonrasında taahhüt edilen sonucun sağlıklı şekilde gerçekleşmediği, davacı iş sahibi yararına sonuç vermediği anlaşılmakla, dava konusu tıbbi müdahalenin eser sözleşmesi niteliğinde olduğu gözetilmesine rağmen bu hususta değerlendirme içermeyen bilirkişi raporuna dayanılması hatalı olmuştur. Somut olayda, davacıya estetik yönden garanti verilmiş, ancak tam olarak sağlıklı bir şekilde edimler yerine getirilmemiştir. Davalılar illiyet bağını kesen geçerli bir savunmada bulunmadıkları gibi, davacının kusurunu da kanıtlayamamışlardır. Bu nedenlerle mahkemece yapılacak iş, davalıların sorumlu olduğu kabul edilerek davacının maddi tazminatla ilgili istek kalemleri açıklattırılıp, deliller toplanıp maddi ve manevi tazminat yönünden somut olayın özelliklerine, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre araştırma ve inceleme yapıp karar vermekten ibaret olmalıdır. Eksik inceleme ve hatalı değerlendirmeyle karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur[5]. Eser sözleşmesi olup olmadığı, estetik müdahale sonucu garanti edilen bir sözleşme ise davacının isteklerinin ameliyat ile yerine getirilip getirilmediği, illiyet bağının olup olmadığı ile ameliyat sonrası illiyet bağının kesilip kesilmediği, zararın kapsamı ve kusurun ağırlığı incelenerek taleplerin doğru bir şekilde somutlaştırılması gerekir.

47. Ölüm olaylarında kusur durumunun takdir ve değerlendirmesinin mahkemesince yapılması gerekir. Cumhuriyet savcısı alınan bilirkişi raporuna dayanarak takipsizlik kararı veremez. Aksi halde itiraz halinde sulh ceza hâkimliği takipsizliği kaldırmalıdır.  Ölüm olaylarında adalete erişimin sağlanması etkin bir soruşturma ve yargılamayı zorunlu kılmaktadır.

48. Malpraktisten kaynaklanan taksirle öldürme veya yaralama suçlarında sanığın bilirkişi raporuna göre taksir düzeyinde kusuru yoksa mahkemenin yüklenen suç açısından sanığın taksirinin bulunmaması nedeniyle 5271 sayılı CMK’nın 223/2-e maddesi gereğince beraatına karar vermesi gerekir.

49.  Gerek öğretide gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşıyacaktır. Bu doğrultuda, maddi vakıanın tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlayıcı olup ceza mahkemesince bir maddi vakıanın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir[6].

50. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi uyarınca, ceza mahkemesince verilen beraat kararı; kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliliği, illiyet gibi esasları hukuk hâkimini bağlamayacaktır. Dava dışı hekim O… hakkında açılan kamu davasının İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/18 esas sayılı dava dosyasında görüldüğü ve henüz kesinleşmediği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu itibarla ilk derece mahkemesince ceza dosyasının bekletici mesele yapılması ve sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, bu hususu göz ardı edilerek eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerekmiştir[7].

    Cenk Ayhan APAYDIN
Avukat-Yazar

                                   cezahukukubilinci.org


[1] Burcu Görkemli, Robotik Cerrahi Müdahalelerden Doğan Cezai Sorumluluk, IV. Uluslararası Tıp Kongresi Bildiri Kitabı C:3, İstanbul 2021, 43-44.

[2] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2015/15312 esas ve 2015/13637 sayılı kararı.

[3] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 22. 04. 2025 tarihli, 2024/954 esas ve 2025/2346 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[4] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 7. 04. 2025 tarihli, 2024/2469 esas ve 2025/1930 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[5] Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 19. 03. 2025 tarihli, 2024/1507 esas ve 2025/1137 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[6] Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/11-92 esas ve  2018/1362  sayılı kararı.

[7] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 18. 03. 2025 tarihli, 2025/556 esas ve 2025/1701 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

OLAĞAN VE OLAĞANÜSTÜ KANUN YOLLARI


OLAĞAN VE OLAĞANÜSTÜ KANUN YOLLARI

ÖRGÜTLÜ SUÇLARDA MÜKERRERLİK, ŞARTLA TAHLİYE VE İNFAZ

         Suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlular TCK’nın 58. maddesinde şöyle düzenlenmektedir; (1) Önceden işlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleştikten sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde, tekerrür hükümleri uygulanır. Bunun için cezanın infaz edilmiş olması gerekmez. (2) Tekerrür hükümleri, önceden işlenen suçtan dolayı; a) Beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, b) Beş yıl veya daha az süreli hapis ya da adlî para cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren üç yıl, geçtikten sonra işlenen suçlar dolayısıyla uygulanmaz. (3) Tekerrür halinde, sonraki suça ilişkin kanun maddesinde seçimlik olarak hapis cezası ile adlî para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunur. (4) Kasıtlı suçlarla taksirli suçlar ve sırf askerî suçlarla diğer suçlar arasında tekerrür hükümleri uygulanmaz. Kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, dolandırıcılık, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ile parada veya kıymetli damgada sahtecilik suçları hariç olmak üzere; yabancı ülke mahkemelerinden verilen hükümler tekerrüre esas olmaz. (5) Fiili işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış olan kişilerin işlediği suçlar dolayısıyla tekerrür hükümleri uygulanmaz. (6) Tekerrür halinde hükmolunan ceza, mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilir. Ayrıca, mükerrir hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanır. (7) Mahkûmiyet kararında, hükümlü hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanacağı belirtilir. (8) Mükerrirlerin mahkûm olduğu cezanın infazı ile denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması, kanunda gösterilen şekilde yapılır. (9) Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir.

Kişinin daha önce işlediği suç nedeniyle belli bir ce­zaya mahkûm edilmiş olmasına rağmen suç işlemede gösterdiği kararlılıkla toplum açısından tehlikeliliğini ifade eden tekerrür, kişi hakkında hükmolunan cezanın infazı sırasında dikkate alınacak bir neden ve hatta infazdan sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasının nedeni olarak görülmüştür. Bu nedenle, tekerrür dolayısıyla kişinin cezasında artırması mümkün değildir. Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için, önceki mahkûmiyetin in­faz edilmiş olması gerekmemekle birlikte; tekerrüre ilişkin sürelerin işle­meye başlaması gerekir. Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanabileceği yasada öngörülmüştür[1].

Ceza hukukunda tekerrür terimi ile bir cezaya mahkûm olup bu ceza kesinleştikten sonra yasaca belirlenen süreler içerisinde suç işleyen kişinin durumu kastedilir ve bu şartlarda suç işleyen kişiye mükerrir denilmektedir[2]Örgütlü suçlarda infaz diğer suçlara göre daha farklı koşullar içermekte olup yasa koyucu infazın ağırlaştırılarak uygulanması yönünde bir irade ortaya koymuştur.  5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hükümlülerin gruplandırılması” başlıklı 24. maddesinde yer alan, “ (1) Hükümlüler; a) İlk defa suç işleyenler, mükerrirler, itiyadî suçlular veya suç işlemeyi meslek edinenler, b) Aklî ve bedensel durumları nedeniyle veya yaşları itibarıyla özel bir infaz rejimine tâbi tutulması gerekenler, c) Tehlike hâli taşıyanlar, d) Terör suçluları, e) Suç örgütlerine veya çıkar amaçlı suç örgütlerine mensup olan suçlular gibi gruplara ayrılırlar.” şeklindeki, Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirilmesine Dair Yönetmeliğin hükümlülerin gruplandırılması başlıklı 19. maddesinde yer alan ”Hükümlüler, bulundukları veya gönderildikleri ceza infaz kurumlarında; a) İlk defa suç işleyenler, mükerrirler, itiyadî suçlular veya suç işlemeyi meslek edinenler, b) Zihinsel ve bedensel durumları nedeniyle veya yaşları itibarıyla özel bir infaz rejimine tâbi tutulması gerekenler, c) Tehlike hâli taşıyanlar, ç) Terör suçluları, d) Suç örgütlerine veya çıkar amaçlı suç örgütlerine mensup olan suçlular, e) Gözlem sürecinin devamına karar verilenler, gibi gruplara ayrılırlar.” Şeklindeki anılan Yönetmeliğin 24. maddesinde yer alan ”..19’uncu maddenin birinci fıkrasının (ç) ve (d) bentlerinde belirtilen suçlular ayrıca; a) Örgüt lideri olanlar, b) Aktif örgüt üyesi olanlar, c) Örgütten ayrılanlar, ç) Tarafsız olanlar şeklinde gruplandırmaya tâbi tutulurlar..” şeklindeki, bahsi geçen yönetmeliğin tanımlar başlıklı 1-i maddesinde yer alan ” İyi hâllilik: Hükümlü hakkında ceza infaz kurumlarında bulundukları tüm aşamalarda, ceza infaz kurumlarının düzen ve güvenliği amacıyla konulmuş kurallara uyup   uymadığı, haklarını iyi niyetle kullanıp kullanmadığı, yükümlülükleri eksiksiz yerine getirip getirmediği, uygulanan iyileştirme programlarına göre toplumla bütünleşmeye hazır olup olmadığı, tekrar suç işleme ve mağdura veya başkalarına zarar verme riskinin düşük olup olmadığına ilişkin olarak yapılacak işlemlerde; katıldığı eğitim-öğretim ve iyileştirme programları ile sosyal ve sportif faaliyetler, kültür ve sanat programları, aldığı sertifikalar, kitap okuma alışkanlığı, diğer hükümlü ve tutuklular ile ceza infaz kurumu görevlileri ve dışarıyla olan ilişkileri, işlediği suçtan dolayı duyduğu pişmanlığı, ceza infaz kurumu kuralları ile kurum bünyesindeki çalışma kurallarına uyumu, aldığı ödüller ve disiplin cezaları dikkate alınmak suretiyle idare ve gözlem kurulunca yapılan ve iyileşme düzeyini gösteren değerlendirmeyi..” şeklindeki, Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin 6. maddesinde yer alan”1- Hükümlülerden; a)…cezaları on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve yukarı olanlar ise onda birini kurumlarda infaz edip, iyi hâlli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar, b) Müebbet hapis cezasına mahkûm olup, koşullu salıverilme tarihine beş yıl veya daha az süre kalanlar, c) Cezaları yüksek güvenlikli kapalı kurumlar veya diğer kapalı kurumların yüksek güvenlikli bölümlerinde infaz edilenlerden toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda iyi hâlli olarak geçiren ve koşullu salıverilme tarihine üç yıl veya daha az süre kalanlar, açık kurumlara ayrılabilir. (2) Açık kurumlara ayrılabilmek için, ayrıca; ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması, şartı aranır[3].”

İnfazda etkin pişmanlığı ve topluma  uyum sağlamayı özendirmeye yönelik olarak düzenlemeler bulunmaktadır. Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması, şartı aranmaktadır.  Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olanların açık ceza infaz kurumuna ayrılabilmeleri için, koşullu salıverilme tarihlerine bir yıldan az süre kalması, mensup oldukları örgütten ayrıldıklarının idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilmesi ve iyi halli olmaları şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir[4].

            Örgüt mensubunun iyi halli olup olmadıkları ve örgütten ayrıldıklarına ilişkin tespitlerin somut olayın özelliklerine göre deliller üzerinden değerlendirilmesi gerekir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir: “ Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu tarafından, hükümlünün cezasının infazı sırasında, “…hükümlünün Ceza İnfaz Kurumumuzda  kaldığı süre içerisinde örgüt adına protesto amacıyla idarece verilen yemeği topluca almama, gereksiz yere marş söyleme ve slogan atma eylemlerine katıldığı, Kurumumuzda barındırılan sol terör örgütüne  mensup hükümlü/tutukluların havalandırma bahçesini gözetlemek amacıyla kurulmuş kameralara gazete kağıtlarını hamur haline getirerek attıkları ve kameraların görüntü almasını engelleyerek kameraları kapatmak suretiyle örgütsel eylemlerde bulundukları, hükümlünün de odasına bağlı bulunan kameranın halen kapalı olduğunun tutanakla tespit edildiği hükümlünün kurumumuzda gerçekleştirmiş olduğu tüm bu eylemlerin kurumumuzun düzen ve güvenliği sağlamak amacıyla konulmuş kurallara uymadığı şeklinde değerlendirildiği,…” şeklinde değerlendirme yapılarak iyi halli olmadığına dair kararın verildiği, söz konusu değerlendirmenin cezanın infazı sırasında idarece yapılan gözleme dayanılarak somut olarak ortaya konulduğu anlaşılmakla, itirazın reddi yerine yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmemektedir”[5].

 Tekerrürün amacı infaz aşamasında tehlikelilik hali gösteren örgütsel işlevleri olan suç örgütü mensuplarının cezanın bireysel ve genel amaçları çerçevesinde ıslah edilmelerini sağlayarak adalet duygusunu toplum nezdinde güçlendirmektir. İlk kez suç işleyen bir suçlu ile örgüt mensubu olan suçluların aynı infaz rejimine tabi tutulmaları suçla mücadele açısında kabul edilemez bir durum olur.  Terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûmiyetine karar verilen hükümlü hakkında TCK’nın 58/9. maddesi uyarınca tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle, hükümlünün örgüt üyesi olması göz önünde tutularak TCK’nın 58/9 maddesi gereğince hükümlü hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasına karar verilmelidir.

Önceden işlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleştikten sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde, tekerrür hükümleri uygulanır. Tekerrür uygulanması için cezanın infaz edilmesi gerekmemektedir. Özetle, 5237 sayılı TCK’nın 58.maddesinin birinci fıkrasında önceden işlenen suçtan dolayı verilen hükmün kesinleşmesinden sonra yeni bir suçun işlenmesi hâlinde, sanık hakkında tekerrür hükümleri uygulanacağı, tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için önceki hükmün kesinleşmesi ve ikinci suçun kesinleşmeden sonra işlenmesi yeterli olup cezanın infaz edilmiş olmasına gerek bulunmadığı belirtilmiştir. Belirli sürelerin geçmesiyle tekerrür imkânı ortadan kalkmaktadır. Bu kapsamda olmak üzere 5237 sayılı TCK’nın 58. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, beş yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına mahkûmiyet hâlinde ise cezanın infaz tarihinden itibaren üç yıl geçmekle tekerrür hükümleri uygulanamayacaktır.

Sanık hakkında suçta tekerrür hükümleri uygulanacaksa mutlaka tekerrürle ilgili olarak sanığın savunmasının alınması gerekir. İlamların titizlikle incelenmesi ve tekerrürün denetime elverişli bir şekilde ortaya konulması gerekir[6]. İddianamede sevk maddelerinde tekerrür hükümlerinin uygulanması istenmemişse, sanığa duruşmada okunan adli sicil kaydında tekerrüre esas mahkûmiyetler varsa, sanık adli sicil kaydına karşı beyanda bulunmuşsa yeniden ek savunma verilmesi şart olmayıp olması gereken hukuk açısından tekerrürün sonuçları gözetildiğinde ek savunma verilmesinde hukuki ve fiili yarar görmekteyiz.

5275 sayılı Kanun’un 107/4. maddesine göre, suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz altı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından ise tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır. Ancak, bu süreler; a) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kırk, b) Birden fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuz dört, c) Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla kırk, d) Bir müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuz dört, e) Birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuz iki, yıldır. Bu fıkra hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.

5237 sayılı TCK’nın 58/9. maddesine göre, mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir…” , 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107/4. maddesinde “Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz altı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler ve 5275 sayılı Kanun’un 108/1-c maddesinde “(1) Tekerrür hâlinde işlenen suçtan dolayı mahkûm olunan; c) Süreli hapis cezasının dörtte üçünün, İnfaz kurumunda iyi hâlli olarak çekilmesi durumunda, koşullu salıverilmeden yararlanılabilir. ” şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.

Mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin bir karar ancak dosya içerisinde sanığın mevcut adlî sicil kaydına göre mükerrir olduğu hallerde verilebilmektedir. Eğer sanığın ikinci kez tekerrüre esas alınabilecek başka adli sicil kaydı yoksa tekerrür şartları bulunsa bile, ikinci kez tekerrür hükümleri uygulanamaz. İkinci kez mükerrir olan sanık hakkında işlemiş olduğu suçtan dolayı almış olduğu cezanın infazında 5237 Sayılı yasanın 58 ve 5275 Sayılı Yasa’nın 108/3 maddesi gereğince koşullu salıverme hükümlerinin uygulanmasına karar verilemez. Hükümlü ikinci kez tekerrür halinde aldığı sonuç cezayı kapalı ceza infaz kurumunda yatarak cezasını tamamlamış olacaktır. 5275 Sayılı Yasa’nın 14/2-a maddesi gereğince, terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm olanlar ile ikinci defa mükerrir olanlar ve koşullu salıverilme kararının geri alınması nedeniyle cezası aynen infaz edilenler kapalı ceza infaz kurumunda kalmak suretiyle cezalarını infaz etmiş olurlar.

İkinci defa tekerrür koşullarının oluşabilmesi için, öncelikle kişi hakkında birinci tekerrür koşullarının oluşması, tekerrür hükümlerinin uygulanması, tekerrür uygulanan mahkûmiyet kararının kesinleşmesi, mahkûmiyet kararı kesinleştikten sonra TCK’nın 58/2-a ve b fıkralarında belirtilen 3 ve 5 yıllık süreler geçmeden, yeniden tekerrür hükümlerinin uygulanmasını gerektiren bir suç işlenmesi gerekir. İkinci tekerrür halinde koşullu salıverme hükümleri uygulanamayacağı gibi hükümlünün aldığı cezanın tamamını kapalı cezaevinde infaz edilecektir[7].

Tekerrür nedeniyle koşullu salıverme süresine eklenecek miktar, tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamaz. İkinci defa tekerrür hükümlerinin uygulanması durumunda, hükümlü koşullu salıverilmez.  Hükümlü hakkında ikinci defa tekerrür hükümlerinin uygulanacağı hükümde belirtilir. İnfaz hâkimi, mükerrir hakkında cezanın infazının tamamlanmasından sonra başlamak ve bir yıldan az olmamak üzere denetim süresi belirler. Tekerrür dolayısıyla belirlenen denetim süresinde, koşullu salıverilmeye ilişkin hükümler uygulanır. İnfaz hâkimi, mükerrir hakkında denetim süresinin uzatılmasına karar verebilir. Denetim süresi en fazla beş yıla kadar uzatılabilir. Cezanın infazı tamamlandıktan sonra devam eden denetim süresi içinde, kendilerine yüklenen yükümlülüklere ve yasaklara aykırı hareket eden mükerrirler, infaz hâkimi kararı ile disiplin hapsine tabi tutulur. Disiplin hapsinin süresi on beş günden az ve üç aydan fazla olamaz.

Hangi kararın tekerrüre esas alındığının mahkeme kararında doğru bir şekilde gösterilmesi gerekir. Birden fazla mahkûmiyet halinde sanığın ikinci kez mükerrir duruma girdiğinin, yani hangi ilamın tekerrüre esas alındığının belirtilmemesi hukuka aykırılık oluşturmaktadır. Sanık hakkında ikinci kez mükerrirlik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının mahkeme kararında belirtilmesi şart olup infaz aşamasında gözetilmesi olanağı bulunmamaktadır. Şartları oluştuğu halde tekerrür hükümlerinin uygulanmaması aleyhe istinaf veya temyiz yoksa bozma nedeni yapılamaz[8]. Tekerrüre esas alınan ilâmının suç tarihinden sonra kesinleşmiş olması halinde tekerrür koşulları oluşmadığından sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmaması gerekir.

İkinci kez tekerrür hali öncelikle birinci tekerrür olma halinin hukuka uygun olması durumunda mümkün olabilmektedir. Tekerrüre esas alınan hükmün bozulması halinde ek karar ile tekerrür hükümlerinin kaldırılması gerekir. Ek karar resen verilebileceği gibi sanık veya müdafisinin talebiyle de verilebilmektedir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;”   Sanığın tekerrüre esas alınan Ağrı 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2018/406 esas, 2018/55 karar sayılı dosyasında sanık hakkında nitelikli hırsızlık suçundan verilen mahkûmiyet hükmündeki tekerrür uygulaması, tekerrüre esas alınan Ağrı 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2016/400-2016/363 esas ve karar sayılı dosyasının, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi’nin 2023/2660 Esas, 2023/4924 Karar sayılı ilamıyla bozulmasına karar verilmesiyle, Ağrı 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2018/406 esas-2018/55 karar sayılı dosyasının 11.06.2024 tarihli ek kararıyla tekerrür uygulanmasının kaldırılmasına karar verildiği, bu nedenle sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 58. maddesi gereğince 1. kez tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, ikinci kez mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesi, bozmayı gerektirmiştir[9].

Eğer ikinci kez mükerrerlik hali uygulanması gerekirken birinci kez tekerrür hükümleri uygulanmışsa bu hukuka aykırılık hali aleyhe istinaf veya temyiz yoksa bozma nedeni yapılamaz. Nitekim Bölge Adliye Mahkemesi’nin aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “Sanık hakkında hüküm kurulurken tekerrüre esas alınan Kayseri 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2018/252 esas ve 2019/2087 karar sayılı ilamı incelendiğinde sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulandığı dolayısıyla yargılamaya konu suç yönünden TCK’nın 58. maddesi gereğince sanık hakkında 2.kez tekerrür hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunduğu, buna göre cezasının 2. kez mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesi gerektiği halde, 5275 Sayılı Yasanın 108/3.maddesine aykırı şekilde sanık hakkında 1.kez tekerrür hükümleri uygulanarak cezanın infazından sonra da denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilmesi yasaya aykırı ise de; aleyhe istinaf yoluna başvurulmadığından bu husus bozma nedeni yapılmamıştır”[10].

       Cumhuriyet Savcısı                            Cenk Ayhan APAYDIN

Doç. Dr. Cengiz APAYDIN                   Avukat – Yazar  


[1] TCK’nın 58. Maddesinin gerekçesi.

[2] Artuk/Gökçen/Alşahin/Çakır, 1019.

[3] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin, 16. 12. 2022 tarihli, 2022/13953 esas ve 2022/10065 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır). “Somut olayda, her ne kadar mercii tarafından itirazın kabulüne karar verilmiş ise de; hükümlünün tarafsız koğuşa geçme talebinin bulunduğu, hükümlülerin gruplandırılarak cezaevinde barındırılmalarında, cezaevi yönetiminin yetkili olarak 5275 sayılı Kanun’un 24 ve 63. maddeleri ile Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin 57/1. maddesindeki düzenlemeler kapsamında takdir hakkına sahip olduğu, terör suçundan hükümlü olanların açığa ayrılmaları için gerekli olan mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilmesi şartının sağlanması için hükümlünün bulunduğu koğuştan bağımsız bir koğuşa alınmasının gerekli olmadığı, bu yönde kanuni bir zorunluluk bulunmadığı gözetilmeden, itirazın reddi yerine, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 11/10/2022 gün ve 94660652-105-35-19260-2021-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü; Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre açıklanan sebeple yerinde görüldüğünden, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/05/2021 tarihli ve 2021/1875 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nin 309. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasına, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosyanın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 16/12/2022 gününde oy birliğiyle karar verildi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin, 16. 12. 2022 tarihli, 2022/13953 esas ve 2022/10065 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[4] Somut olayda, hükümlünün silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 18/10/2017 tarihli ve 2017/82 esas, 2017/247 sayılı kararı ile 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edildiği, koşullu salıverilme tarihinin 04/10/2022 olduğu, hükümlünün açık ceza infaz kurumuna ayrılabilmesi için Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin 6. maddesindeki düzenlemeler gereği, mensup olduğu örgütten ayrıldığının idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilmesinde zorunluluk bulunduğu, bu doğrultuda hükümlünün örgütten ayrıldığına ilişkin samimi eylemlerinin yanında, ceza infaz kurumu yetkilileri tarafından yapılacak gözlem ve denetimlerle hükümlünün örgütten ayrıldığına dair yeterli kanaatin de oluşmasının gerektiği, idare tarafından hükümlü hakkında yapılacak işlemler boyunca ise, hükümlü hakkında bahsedilen kanaate ulaşılması bakımından hükümlünün bağımsız koğuşa alınarak değerlendirilmesinin zorunluluk arz etmediği gibi, ceza infaz kurumlarına böyle bir yükümlülük yüklenemez. . Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin, 9. 12. 2022 tarihli, 2022/10734 esas ve 2022/9792 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[5] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin, 9. 12. 2022 tarihli, 2022/10713 esas ve 2022/9791 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[6] Sanık hakkında ikinci kez mükerrirliğe esas alınan ilamda sanığın terör örgütü üyesi olması nedeniyle eylemin kanuni sonucu olarak hükmolunan cezanın 5237 sayılı Kanun’un 58 inci maddesinin dokuzunca fıkrası gereğince mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirildiği,  ilk suçunun özel tehlikeli suçluluk olmasına dayanılarak infaz rejimi belirlenmesinin tekerrür sayılamayacağı bu nedenle sanığın ikinci kez mükerrir olmadığı ancak örgüt  suçuna ilişkin önceki mahkumiyet hükmünün kesinleşme ve infaz tarihine göre  tekerrüre esas olduğu gözetilmeden ikinci kez tekerrür hükümlerinin tatbiki hukuka aykırı bulunmuştur. Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin, 4. 7. 2024 tarihli, 2021/33877 esas ve 2024/9695 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[7] Yetgin, Feridun, İnfaz Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2012, 513.

[8] Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” Sanığın adli sicil kaydında yer alan ve tekerrüre esas alınan ilamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 58 inci maddesinin uygulandığı anlaşılmakla; sanığın ikinci kez mükerrir olduğunun tespiti ile cezasının 2. kez mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmemesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır”. Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 9. 12. 2024 tarihli, 2023/14419  esas ve 2024/12994  sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[9] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 5. 12. 2024 tarihli, 2024/5457 esas ve 2024/12976 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[10] Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 32. Ceza Dairesi’nin07. 10. 2022 tarihli, 2022/ 2741 esas ve 2022/3099 sayılı kararı.