MALPRAKTİSTEN KAYNAKLANAN TAKSİRLE ÖLÜME NEDEN OLMA SUÇU -AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN
Tıbbi müdahale ruh ve beden sağlığına yönelik sonuçlar meydana getirmekte olup tıbbi müdahalenin tıbbın standartlarına uygun olması gerekir. Tıbbi uygulamanın öncelikle gerekli olması ve tıp bilimi ışığında mevzuata da uygun olması şarttır. Tıbbın hızla gelişmesi ve çeşitlenmesi hem hukuki hem de tıbbi standartların yeniden düzenlenmesi gereğini ortaya koymaktadır. Özellikle modernleşme ile fiziksel görünümün daha önemli hale gelmesi başta estetik olmak üzere birçok tıp alanında yeni teknolojilerin uygulanması öngörülemeyen veya öngörülse bile önlenemeyen ancak istenmeyen sonuçlar ile beraberinde hukuki bazı sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
Tıbbî müdahalenin hukuka uygun kabul edilebilmesi için, müdahalenin hem mevzuata hem de tıp biliminin çağdaş standartlarına uygun olması şarttır. Tıp biliminin standartlarına aykırı bir müdahale, aydınlatılmış onam ve hastanın rızasıyla gerçekleştirilmiş olsa bile, hukuka uygun değildir.
Malpraktisten kaynaklanan taksirle insan öldürme suçu TCK’nın 85. Maddesinde düzenlenmiştir. Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bu suçla korunan hukuki yarar başkasının yaşam hakkıdır[1]. Taksir 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmıştır. TCK’nın 22. maddesine göre taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” Taksir sorumluluğunun kaynağı genel olarak topluma karşı bir yükümlülüğün yerine getirilmemesidir. Hekim hastaların vücut bütünlüğüne ve hayatına zarar vermemek için tıp biliminin standartlarına uygun hareket etmek zorundadır.
5237 sayılı TCK da taksirin esasını dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlaline dayandırmaktadır. Taksir, zararlı sonucun gerçekleşmemesi için iradenin yeterli olarak kullanılmaması ve dolayısıyla dikkat ve özenin gösterilmemesi ile ortaya çıkmaktadır[2].
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirli suçlarda ayrıca aranması gereken unsurlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması, şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemlerin suç olarak tanımlanıp cezaî yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarının temin edilmesi amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlâl eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edebilmek için de failin hareketi ile meydana gelen netice arasında nedensellik bağının bulunması ve neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması aranmıştır[3].
Gerçek ihmali suçlar hareketin yapılmasıyla gerçekleşen ve kanuni tanımlarında netice aranmayan suçlar olduğundan bu suçlarda nedensellik bağının araştırılmasına gerek yoktur. Görünüşte ihmali suçlarda ise, hareketsizlik doğal anlamda neticeye sebep olmadığından, ortaya çıkan netice ile belirli bir icrai davranışta bulunma yükümlülüğü altında bulunan kişinin hareketsizliği şeklindeki fiil arasında doğal anlamda değil normatif anlamda nedensellik aranmaktadır. İhmal edilen hareket yapılmış olsaydı netice engellenecekti denilebiliyorsa nedenselliğin söz konusu olduğu kabul edileceğinden gerçekleşen netice ile ihmal edilen hareket kanuna uygun bir nedensellik bağı içinde bulunmalıdır[4].
Nedensellik bağının tespiti, tabiatıyla genellikle neticeli suçlar şeklinde düzenlenmiş bulunan taksirli suçlar bakımından da gereklidir. Taksirle işlenen suçtan kaynaklanan netice failin hareketi olmasaydı gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa bu durumda nedensellik bağının varlığı kabul edilir. Örneğin failin taksirli hareketi olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği sonucuna varılıyorsa nedensellik bağının var olduğu kabul edilecektir. Taksirli suçlarda aranacak olan objektif isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye neden olunmasıdır. Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti denebilirse bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir. Taksirli suçlarda netice sadece failin eyleminden kaynaklanmış ise nedensellik bağının belirlenmesi kolay ise de, mağdurun veya üçüncü kişilerin neticeye katkıda bulunduğu durumlarda bu bağın belirlenmesinde çeşitli zorluklar olacağı muhakkaktır[5].
Tıbbi eylem ile istenmeyen sonuç olan zarar arasındaki nedensellik bağı hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgi ile çözümlenebiliyorsa bu bağlantı hâkim tarafından ortaya konulmalı, uzmanlık veya teknik ya da özel bilgi gerektiren bir hususta ise bu bağ tıp alanında uzman bilirkişiden rapor alınarak tespit edilmelidir[6].
Neticenin öngörülebilir olması, failin yaptığı davranışın bir neticeye sebebiyet verebileceğinin veya bir neticeyi meydana getirme olasılığını bilmesi gerekliliğidir. Fiil nedeniyle mantık kuralları ve hayatın olağan akışı ışığında neticenin meydana gelebilme imkânı varsa öngörülebilirliğin bulunduğu kabul edilecektir. Neticenin öngörülebilir olması, taksiri, kaza ve tesadüften öngörülebilirlik ayırmaktadır. Neticenin öngörülebilir olması ile failin neticeyi öngörebilir yetenekte bulunması arasında fark vardır. Neticenin öngörülebilmesi, failin niteliklerine, yeteneklerine, eğitim durumuna veya uzmanlık alanına göre değil objektif olarak ve failden bağımsız şekilde ortalama seviyedeki bir insanın öngörme yeteneğine göre tespit edilmelidir. Eğer objektif olarak neticenin öngörülebilmesi, ortalama bir insanın öngörebildiği dışında ise bu takdirde neticenin öngörülebilirliğinden bahsedilemeyecektir. Örneğin; tıbbi bir eylem nedeniyle taksirli davranışının bulunup bulunmadığı araştırılan bir hekim bakımından öngörülebilirlik, ortalama bir hekimin eğitimine, uzmanlığına, tecrübesine ve yeteneğine göre objektif olarak belirlenmelidir[7].
Hekimin içinde bulunduğu koşullara ve somut olayın özelliklerine göre, mesleğinin ortak bilgi ve tecrübesinin gerektirdiği dikkat ve özeni göstermesi durumunda, istenmeyen neticeyi öngörebileceği söylenebiliyorsa, neticenin öngörülebileceğinin kabulü gerekir. Bu durumda öngörülmesi gereken ve istenmeyen neticeyi öngöremeyen hekimin basit veya bilinçli taksir düzeyinde sorumluğu söz konusu olacaktır. Buna karşılık, hekimin mesleğin gerektirdiği bilgi ve ortak tecrübeler uyarınca bütün dikkat ve özeni yerine getirmesine karşın, neticenin öngörülmesi mümkün olmaz ise artık taksirden değil, ancak kusuru ortadan kaldıran kaza ve tesadüften söz edilebilir[8].
Taksirle ölüme neden olma suçunun mağduru, ancak insan olabilir. Bu suçla korunmak istenen hukuki değer yaşama hakkı olduğuna göre, suçun işlendiği anda mağdurun hayatta olması gerekir. Hayatta olmak, canlı doğmayı gerektirdiği gibi; suça sebebiyet veren hareketlerin yapıldığı sırada yaşıyor olmayı da zorunlu kılar. Cenin, ana rahminden çıkarak ayrı bir varlık haline gelinceye kadar öldürme suçunun mağduru olamamaktadır. Bu suç bakımından özellikle bebeklerde mağdurun doğmuş ve sağ olması şarttır. Aksi halde hamile kadına karşı taksirli eylemde bulunulmuş olsa ve bunun neticesinde çocuk ölü doğmuş olsa burada çocuğa karşı işlenmiş bir taksirle öldürme suçu bulunmamaktadır. Ancak burada TCK 87/2-e veya 89/3-e maddelerinde düzenlenen yaralama suçunu oluşturur. Bu durumda mağdur veya maktul çocuk değil annedir[9].
AVUKAT-YAZAR
CENK AYHAN APAYDIN
CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV
cezahukukubilinci.org
[1] Hakeri, Tıp Ceza Hukuku, 135.
[2] Cengiz Apaydın, Doktorların Tıbbi Müdahaleden veya Müdahalesizlikten Doğan Cezai Sorumluluğu, İstanbul 2022, s. 244.
[3] YCGK’nın 22.05.2024 tarihli, 2020/12-370 esas ve 2024158 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[4] YCGK’nın 22.05.2024 tarihli, 2020/12-370 esas ve 2024158 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[5] YCGK’nın 22.05.2024 tarihli, 2020/12-370 esas ve 2024158 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[6] Berrin Akbulut, “Tıp Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı”, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları Konulu Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2008, s. 217-218.
[7] Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s. 287-288.
[8] Hasan Tahsin Gökcan, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2013, s. 653.
[9] Apaydın, s. 245.



