KİŞİSEL VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME VEYA ELE GEÇİRME SUÇUNDA SORUŞTURMA YÖNTEMİ – AVUKAT-YAZAR CENK AYHAN APAYDIN

1.GENEL OLARAK

Kişisel verilerin neler olduğu insanlık tarihinin hemen her döneminde önemli bir yer tutmuştur. Bu durum hem ilkel çağlarda hem de modern çağda insanoğlunun içgüdüsel bir özelliği olan merak duygusu temelinde başkaları hakkındaki bilgileri öğrenme ve bilme arzusundan kaynaklanmıştır. İletişin artması ve çeşitlenmesi ile birlikte kişisel veriler, devletin toplumu yönetmesi ile yönetilenler üzerindeki gözetimin sağlanması, bireysel ve toplumsal gelişme amacına hizmet etmesi gibi nedenlerle önemli ve korunması gereken bir alan haline gelmiştir[1].

Kişisel verilerin hukuk düzeni tarafından himaye gören bir hukuksal değer olarak kabul edilmesi bazı gelişmiş ülkelerde göreceli olarak uzunca bir geçmişe sahip olsa da; bilişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak kişisel verilerin gerek elde edilmesine gerekse işlenmesine ve paylaşılmasına ilişkin süreçlerin olağanüstü hız kazanması ve bu itibarla kişisel verilerin evrensel düzeyde asimetrik biçimde yayılması, kişisel verilerin korunması gerekliliğinin tüm dünyada tartışılmasına yol açmıştır[2].

Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçu TCK’nın 136. Maddesinde şöyle düzenlenmiştir; (1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır[3]. (2)  Suçun konusunun, Ceza Muhakemesi Kanununun 236 ncı maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları uyarınca kayda alınan beyan ve görüntüler olması durumunda verilecek ceza bir kat artırılır.

Bu madde hükmü ile hukuka uygun olarak kaydedil­miş olsun veya olmasın, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkalarına vermek, yaymak veya ele geçirmek, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır[4]. 

Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçları TCK’nın 137. maddesine göre kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle veya belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle, işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

          Suçla korunan hukuki değer özel hayattır. Bu suç tipi Anayasada yer alan “herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz”, düzenlemesinin yaptırımını göstermektedir[5]. Özel hayat hakkı, insan hakları ve anayasal boyutunun yanı sıra özel ilişkiler açısından da gündeme gelebilmektedir. Özel hayat, toplumsal ve bireysel gelişmenin temeli olup bireyin devletle olan “dikey ilişkileri” ile bireyin bireyle olan “yatay ilişkilerini” ilgilendirir[6]. Özel hayat, bireyin kişiliğini geliştirmek ve değerlerine başkalarının müdahalesini engellemek için başka insanlar tarafından bilinmesini istemediği olgu ve olaylar bütünüdür[7].

   5237 sayılı TCK’da geniş anlamda kişisel verilerin korunmasına yönelik çeşitli suç tipler düzenlemiştir. 2016 yılında yürürlüğe giren KVKK’nın 17.maddesi ise kişisel verilerin korunmasına yönelik suçlar açısından TCK m.135-140 maddelerine atıf yapmıştır. Türk hukuku böylece kişisel verilerin ceza yaptırımı ile daha etkili bir şekilde korunmaya değer bir hukuk niteliğe sahip olduğunu kabul etmek suretiyle Anayasal teminatlar ışığında  mahremiyet  ve unutulma hakkı  gibi kişilerin maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirmesine hizmet eden hukuk değerler cezai müeyyideler ile  korumayı  amaçlamaktadır[8]. Kanaatimizce korunan hukuki değerler kişisel verinin niteliğine göre değişmekte olup karma niteliktedir. Kişilerin özel hayatı, sosyo ekonomik durumu, inanç sistemi, aidiyetleri, ruh ve beden sağlığı ile maddi ve manevi olarak kendisini koruma ve/veya geliştirme hakkın koruma altına alınmaktadır.

    Suçun hukuki konusu kişisel veridir[9]. Kişisel veriler kapsam ve nitelik olarak iki türe ayrılmışlardır. Bunlar; özel nitelikli kişisel veriler ve genel nitelikli kişisel verilerdir. Üçüncü kişiler tarafından öğrenildiği durumda mağduriyet ve ötekileştirmeye neden olabilme ihtimali, genel nitelikli kişisel verilerden daha çok olmasından ötürü, özel nitelikli kişisel veriler özel kurallara bağlanmıştır. Türk Hukukunda özel nitelikli kişisel veri gruplarına, uluslararası düzenlemelerle genel itibariyle paralel şekilde, sınırlı sayıda yer verilmiştir[10].

          Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan “kişisel veri” kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA’sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir[11]

           Fail ancak gerçek kişi olabilir. Ancak tüzel kişilerin televizyon, radyo, gazete veya sosyal medya yoluyla işlediği suçlarda fail kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme eylemini gerçekleştiren kişi ve yayın yönetmeni sorumludur. Ayrıca tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbiri de uygulanacaktır.

Suçun mağduru da gerçek kişi olabilir, tüzelkişiler suçun mağduru olamazlar. Tüzel kişilerin verileri kişisel veri olarak kabul edilmez. Tüzel kişilerin verilerinin kullanılması şartların oluşması halinde tazminat sorumluluğunu gerektirmektedir.

II. SORUŞTURMA

Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun takibi şikâyete tabi olmayıp re’sen soruşturulması gereken suçlardandır. Cumhuriyet savcısı şikâyet aramaksızın gerekli araştırma ve delil toplama sürecini tamamlayarak iddianame düzenlenmesini gerektirecek yeterlilikte delil elde ederse iddianame düzenler. Ön ödeme, uzlaştırma veya seri muhakeme usulleri uygulanamaz. 

Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından dosya kapsamındaki eylemlerin ve delillerin net bir şekilde ortaya konulması gerekir. Soruşturma ve kovuşturmalarda masumiyet karinesi ihlal edilmeden hukuki sınırlar içerisinde kalınması ve dosyanın magazinleştirilmemesi gerekir.

İddianamede hangi şüphelinin hangi eylem veya eylemleriyle kanunilik sınırları içerisinde kalmak kaydıyla hangi suçu ne şekilde işlediğinin delilleriyle birlikte ortaya konulması şarttır. Genel geçerli ifadelerle şüphelileri veya sanıkları suçlamak yerine bilimsel ve teknik veriler ışığında somut delillerle atılı suçun belirtilmesi adil yargılanma ilkesi açısından bir gereklilik oluşturmaktadır.  

Somut olayın özelliklerine göre, arama ve el koyma kararı ile bilgisayar kütüklerinde arama ve kopyalama kararlarının hukuka uygun olması, arama ve el koyma işlemlerine yönelik tutanakların Ulusal Yargı Ağı Bilişim sisteminde mevcut olması, arama ve el koyma işleminin sulh ceza mahkemesi kararında belirtildiği tarih ve saatler arasında yapıldığının tespiti şart olup arama kararında belirtilen saatler dışında herhangi bir arama veya el koyma işleminin yapılmaması gerekir. 

Bilgisayar ve kütüklerinde arama usulü 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesinde düzenlenmiş olup, somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilmelidir.

Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçu uzlaştırma kapsama giren örneğin özel hayatın gizliliğini ihlal suçuyla birlikte işlendiği hallerde soruşturma aşamasında özel hayatın gizliliğini ihlal suçu açısından uzlaştırma işlemi yapılmadan  her iki suçla  ilgili olarak doğrudan   iddianame  düzenlenmesi gerekir.

Şüphelinin kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu işlediğine ilişkin yeterli şüphe yoksa Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmektedir. Ancak şüphe oluşturan delil varsa iddianame düzenlenmelidir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi soruşturma aşamasına ilişkin değil kovuşturma aşamasında geçerli olan ceza muhakemesine egemen ilkelerdendir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında istikrarla vurgulandığı üzere; “Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” Ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet kararının verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak şekilde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerekir[12].

Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunda delil araştırılmasının titizlikle yapılması şarttır. Özellikle dijital ortamdaki eylemlerde failin tespiti ve eylemle ilişkinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Hukuk güvenliği ve adaletin tecellisi soruşturmada doğru ve hukuka uygun yöntemlerle delil tespitini zorunlu kılmaktadır.

CMK’nın 170/2. maddesine göre kamu davası açılabilmesi için soruşturma aşamasında toplanan delillere göre suçun işlendiğine dair yeterli şüphe bulunması gerekir. Suç ihbar veya şikâyeti yoluyla soruşturma yaparak maddi gerçeğe ulaşma yükümlülüğü ve yetkisi bulunan Cumhuriyet savcısı, soruşturma sonucunda elde edilen delilleri değerlendirerek kamu davası açmayı gerektirir nitelikte yeterli şüphe olup olmadığını takdir edecektir. Ancak soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının delil değerlendirmesiyle, kovuşturma aşamasında hâkimin delilleri değerlendirmesi birbirinden farklı özelliklere sahiptir. CMK’nın 170/2. maddesine göre soruşturma aşamasında toplanan deliller kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturup oluşturmadıkları çerçevesinde incelemeye tabi tutulurken, kovuşturma aşamasında, isnat edilen suçun işlenip işlenmediği hususunda mahkûmiyete yeter olup olmadığı ve tam bir vicdani kanaat oluşturup oluşturmadığı çerçevesinde değerlendirilmektedir[13].

Suç vasfının tayini açısından delillerin titizlikle incelenmesi gerekir. Mevcut delillerin neyi temsil ettiği ve hangi delillerin hangi suçun unsurlarının oluştuğunun tespitinin göz ardı edilmemesi maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ile doğru eylemi doğru kanuni yaptırımların uygulanmasına olanak sağlayacaktır.

           Maddi gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olarak yapılacak soruşturma ve/veya kovuşturmanın özel hayatın gizliliğini ihlal etmemesi şarttır. Eğer bir soruşturma ve/veya yargılama özel hayatı incelemeyi zorunlu kılmaktaysa incelemenin gizli bir şekilde ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması gerekir. Yarışan değerler kıyaslandığında ölçülülük ilkesi ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amaçlanmalıdır[14].

Etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediği incelenirken soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız bir biçimde ve kamu denetimine tabi olarak özenle ve süratle yürütülmesi ve etkili olması unsurları araştırılmaktadır (Mehmet.. [1. B.], B. No: 2013/1656, 16/7/2014, § 29). Etkili soruşturma yapma yükümlülüğü, iddialar doğrultusunda lehe ve aleyhe delillerin toplanmasını ve ulaşılan sonucun temel hakların öngördüğü güvenceleri sağlayacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanmasını gerekli kılmaktadır. (Meral . [2. B.], B. No: 2018/8050, 7/10/2021, § 37[15];

Şüphelinin müştekiye karşı gerçekleştirdiği iddiasını içerir şikâyet dilekçesinde şüphelinin adının Sude… olduğu, İstanbul’da ikamet ettiği, ekte twitter ekran görüntüsü ve şüpheliyi tespite yarar diğer bilgilerin sunulduğu bu şeklinde kimliğini tespite yarayabilecek bilgilerin verilmiş olduğunun anlaşılması karşısında, bahse konu şikayet üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne hitaben çok yönlü araştırma yapılarak ve gerektiğinde resmi veya özel kurum ve şirketlerle de temasa geçilerek; paylaşımın yapıldığı IP, paylaşımı yapan şüphelinin kimlik, adres ve diğer irtibat bilgilerinin tespit edilmesinin istenilmesinin gerektiği, ilgili kurumlarla (İstanbul Nüfus Müdürlüğü, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, vs.) yazışma yapılarak araştırma yapılması, şüphelinin kimlik bilgilerinin tespit edilmesi durumunda savunmasının alınması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden ve başkaca herhangi bir araştırma yapılmaksızın eksik soruşturmaya dayalı olarak anılan suçlardan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği cihetle, soruşturmanın genişletilmesine karar verilmesi yerine, yazılı şekilde itirazın reddine karar verilmesi hukuka aykırı görülmüştür[16].

SONUÇ VE ÖNERİLER

Kişisel veri kavramı ne Anayasada ne de Türk Ceza Kanunu’nda net bir şekilde tanımlanmamış olup idari müeyyideler içeren 6698 sayılı KVKK’da tanımlanmıştır.   Ceza hukuku anlamında hayatın dinamizmi gözetildiğinde belirli ve kesin bir tanım yapmanın uygulamada problemler yaratacağı açıktır. Hapis cezası içeren suçlar açısından kişisel verileri koruma kanununa atıf yapmanın sakıncalı olduğu kanaatindeyim.

Ulusal düzeyde ise 6698 sayılı KVKK’da ( md. 3/2b-d) ise, yine AKS ve AİHM içtihatları ile paralel olarak kişisel veri, “kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” olarak tanımlanmıştır. KVKK’daki tanım çerçevesinde kişisel veri kavramından yalnızca bireyin adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi onun kesin olarak teşhis edilebilmesini sağlayan bilgilerin değil; ancak aynı zamanda fizikî, ailevî, ekonomik, sosyal ve sair özelliklerine ilişkin bilgilerin de kişisel veri olarak kabul edildiği sonucuna ulaşılır[17].

Yargıtay verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan “kişisel veri” kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA’sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir[18], şeklinde bir kabul içerisinde olup kişisel veri kavramının içeriği ve sınırlarının somut olayın özelliklerine göre korunan karma nitelikteki hukuki yararlar ışığında yargı kararları ile belirlenmesinde hukuki ve fiili yararlar bulunmaktadır. Ancak KVKK’daki tanım çerçevesinde ve Yargıtay’ın kişisel veri kapsamına “isim soy isim” ve “telefon numaralarını” almasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu açık olup hukukun yaşamı özgürleştirmesi ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Herkes herkesin isim ve soy ismini ya da telefon numarasını paylaşması yaşamın doğası gereği olup suç olarak kabul edilemez. Yargıtay’ın bu iki veriyi kişisel veri olarak değerlendirilmesi yönündeki kararını değiştirmesi şart olup hukukun iletişim özgürlüğüne ve haberleşme özgürlüğüne müdahalesini suç olarak değerlendirmesi toplumdaki adalet duygusunu zedelemektedir. Nezaket kuralları gereğince herkes herkese tanıdığı bir kişinin telefonunu veya isim ve soy ismini verebilmektedir.

Ceza hukukunun en önemli bölümü suç oluşturan eylemlerin neler olduğudur. Bu durum kanunilik ilkesinin doğal sonucudur. Hem hukukçular hem hukukçu olmayanlar açısından öncelikle kişisel verilerin neler olduğu ile kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi veya yayılması kapsamındaki tüm eylemlerin bilinmesi şart olup herkesin bu eylemleri gerçekleştirmemek yönünde bir irade oluşturması gerekir. Unutulmamalıdır ki, kanunu bilmemek mazeret sayılmaz.

5275 sayılı yasanın 10/2- f madde ve fıkrası gereğince özel hayatın gizli alanına karşı suçlardan (TCK madde 132, 133, 134, 135, 136, 137 ve 138) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar, cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. Cezaların infazında özellik arz etmesi ve suçun toplumsal barışı bozması nedenleriyle kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi veya yayılması eylemlerine ilişkin suçların işlenmemesine yönelik farkındalığın geliştirilmesi şarttır. Ülkemizde koruyucu ve önleyici ceza hukuku çalışmalarının kurumsallaştırması gerektiğini düşünmekteyim.

Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun takibinin şikâyete tabi olması ve CMK‘nın 253. maddesi kapsamında uzlaşmaya tabi hale getirilmesi yönünde yasal bir düzenleme yapılmasını önermekteyim.  Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçu ile bozulan toplumsal barış uzlaştırma ile yeniden tesis edilebilecektir. 

AVUKAT-YAZAR

CENK AYHAN APAYDIN

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

GENÇLİK CEZA PLATFORMU

cezahukukubilinci.org


[1] Küzeci, Elif,  Kişisel Verilerin Korunması, 4. Baskı, İstanbul, 2020, s. 19.

[2]  Sınar, Hasan, Kişisel Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme, Yayma Veya Ele Geçirme Suçu (TCK m. 136), Kişisel Verileri Koruma Dergisi, 2020, 2(1), 33-62, s. 34

[3] 5237 sayılı TCK’nın 136/1. madde ve fıkrasında bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası öngörülmüş iken, anılan madde ve fıkrada, suç tarihinden sonra ve karar tarihinden önce 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesi ile yapılan değişiklikle ceza miktarının iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası olarak belirlenmiş olması karşısında, 5237 sayılı TCK’nın 7/2. madde ve fıkrası gereğince, suçun işlendiği zamandaki kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunun ilgili tüm hükümlerinin somut olaya ayrı ayrı uygulanması ve her iki kanuna göre hükmedilecek sonuç cezalar belirlendikten sonra sanığın lehine olan kanunun tespiti ile lehe kanunun bir bütün halinde uygulanması ve bu durumun kararın gerekçesine yansıtılması suretiyle hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, temel cezanın asgari hadden hükmolunduğu açıklandıktan sonra, suç tarihinde yürürlükte bulunan ve sanığın lehine olan düzenleme nazara alınmaksızın, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 136/1. madde ve fıkrası uyarınca 2 yıl hapis cezası tayin edilmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması, yasaya aykırılık oluşturmaktadır.  Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 18. 12. 2024 tarihli, 2021/5690 esas ve 2024/7737 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[4]  TCK’nın 136. Maddesinin gerekçesi.

[5] Özbek, Veli, Özer/Kanbur, Mehmet, Nihat/Doğan, Koray/ Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 7. Baskı, Ankara, 2014., s. 546-567.

[6] Güçlü Akyürek, Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu, Ankara, 3. Baskı, 2021, s.19.

[7] Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 13.Baskı, 2020, Ankara, s.352

[8] Yaşar, Orhan Gazi, “Kişisel Verilere İlişkin Suçlarda Hukuka Aykırılık Unsuru”, Ankara Barosu Dergisi 81, no. 1 (Ocak 2023), ss. 115-147, s. 128.

[9] Özbek ve diğerleri, s. 567.

[10]Yücedağ, Nafiye , “Medeni Hukuk Açısından Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun Uygulama Alanı ve Genel Hukuka Uygunluk Sebepleri”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 2017, S: 2, s.768.

[11] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 24. 12. 2024 tarihli, 2022/4834 esas ve 2024/8047 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[12] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 19. 12. 2024 tarihli, 2023/11362 esas ve 2024/13572 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[13] Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 18. 10. 2022 tarihli, 2022/8092 esas ve 2022/20186 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[14] Apaydın, Kanunu Yolları, s. 47-48.

[15] AYM’nin 30/4/2025 tarihli, 2021/14248 başvuru nolu kararı. 

[16] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 27. 05. 2025 tarihli, 2024/87 esas ve 2025/4947 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[17] Sınar, s. 38.

[18] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 24. 12. 2024 tarihli, 2022/4834 esas ve 2024/8047 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNU AZALTMAYA YÖNELİK ÖNERİLER- AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

Özel hayat ne Anayasada ne de Türk Ceza Kanunu’nda net bir şekilde tanımlanmamıştır. Hukukun ve hayatın dinamizmi gözetildiğinde belirli ve kesin bir tanım yapmanın uygulamada problemler yaratacağı açıktır. Özel hayat kavramının içeriği ve sınırlarının yargı kararları ile belirlenmesinde hukuki ve fiili yararlar bulunmaktadır.

Ceza hukukunun en önemli bölümü suç oluşturan eylemlerin neler olduğudur. Bu durum kanunilik ilkesinin doğal sonucudur. Hem hukukçular hem hukukçu olmayanlar açısından özel hayatın gizliliği kapsamındaki tüm eylemlerin bilinmesi şart olup herkesin bu eylemleri gerçekleştirmemek yönünde bir irade oluşturması gerekir. Unutulmamalıdır ki, kanunu bilmemek mazeret sayılmaz.

5275 sayılı yasanın 10/2- f madde ve fıkrası gereğince özel hayatın gizli alanına karşı suçlardan (TCK madde 132, 133, 134, 135, 136, 137 ve 138) süreli hapis cezasına mahkûm olanlar, cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. Cezaların infazında özellik arz etmesi ve suçun toplumsal barışı bozması nedenleriyle özel hayata ilişkin suçların işlenmemesine yönelik farkındalığın geliştirilmesi şarttır. Ülkemizde koruyucu ve önleyici ceza hukuku çalışmalarının kurumsallaştırması gerektiğini düşünmekteyim.

. ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLALİNE İLİŞKİN ÖRNEK MAHKEME KARARI

Sanıkla aralarındaki ilişkinin varlığını ve boyutunu kendisinde saklı tutan katılanın özel yaşam alanı kapsamındaki duygusal içerikli konuşmalarını içeren ses kaydını katılanın eski eşine gönderen sanığın eyleminin TCK’nın 134. maddesinin 2. fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturacağı, sanığın, katılan ile sevgili oldukları dönemde çekildikleri iki adet fotoğrafı facebookta …. kullanıcı adıyla açılan hesapta paylaşması nedeniyle de sanığın eyleminin kül halinde zincirleme olarak özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etme suçunu oluşturduğu anlaşıldığından; Sanığın sabit olan eylemine uyan kişilerin özel hayatına ilişkin görüntüleri ve sesleri hukuka aykırı olarak ifşa etmek suçundan TCK’nın 134/2 maddesi gereğince; suçun işleniş şekli, suç konusunun önem ve değeri nazara alınarak takdiren alt sınırdan ceza tayin edilerek 2 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, Sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda katılana karşı aynı suçu birden fazla işlediği anlaşıldığından TCK’nın 43/1 maddesi gereğince sanığın cezası takdiren 1/4 oranında arttırılarak 2 YIL 6 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, Cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkileri nazara alınarak sanığın cezasından takdiren  TCK’nın 62/1 maddesi gereğince 1/6 oranında indirim yapılarak 2 YIL 1 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA, Sanığa verilen hapis cezasının süresi nazara alındığında yasal olarak uygulanma imkanı bulunmadığından sanık hakkında CMK’nın 231 maddesi ile TCK’nın 50 ve 51 maddelerinin uygulanmasına  yer olmadığına, Sanığa .. 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 07/03/2017 tarih, 2015/..esas, 2017/… karar sayılı ilamı ile kasten yaralama suçundan verilen  1 yıl 3 ay hapis cezasına ilişkin hükmün 13/11/2017 tarihinde kesinleştiği ve tekerrüre esas teşkil ettiği anlaşıldığından TCK’nın 58. maddesi gereğince sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmasına, Sanık hakkında TCK’nın 58/7 maddesi gereğince MÜKERRİRLERE ÖZGÜ İNFAZ REJİMİNİN VE CEZANIN İNFAZINDAN SONRA DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİNİN UYGULANMASINA, Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 gün ve 2014/140-2015/85 esas-karar sayılı iptal kararındaki hususları ve 15/04/2020 gün ve 31100 sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanunun 10. maddesi ile TCK’nun 53. maddesinde yapılan değişiklik gözetilerek, sanık hakkında TCK’nun 53/1-2-3 madde ve fıkraların  UYGULANMASINA, İlişkin, sanığın yüzüne karşı, katılanın yokluğunda, Cumhuriyet savcısı .. katılımı ile talebe uygun olarak  verilen karar  tebliğinden itibaren iki hafta gün içerisinde  mahkememize verilecek dilekçe veya tutanağa geçirilmek üzere zabıt katibine beyanda bulunmak veya bir başka Asliye Ceza Mahkemesi aracılığıyla dilekçe gönderilmek suretiyle  Bölge Adliye Mahkemesine  gönderilmek üzere istinaf  yolu açık olmak üzere kararın istinaf  edilebileceği, istinaf edilmemesi halinde kesinleşeceğine yönelik karar açıkça okunup usulen anlatıldı.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL VE MÜSTEHCENLİK SUÇU ARASINDAKİ FARKLAR- AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

Özel hayatın gizliliği eylemi müstehcenlik suçu içerisinde erirse artık eylem müstehcenlik suçunu oluşturacaktır. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;”  Suç tarihinde kayden 21.04.1999 doğumlu olup 17 yaşında olan şikayetçinin rızası kapsamında gönderdiği cinsel organları gözüken çıplak resimlerini, kayden 01.01.2000 doğumlu olup 16 yaşında olan tanık K…’a ve temyiz dışı sanık H..’a gönderen sanığın sübut bulan eyleminin bir bütün halinde toplumun sahip olduğu ortak ar ve haya duygularını, yerleşik edep kurallarını incitici ve genel ahlâka aykırı nitelikteki cinsel organları gözüken cinsel ve fiziksel mahremiyete ilişkin müstehcen görüntünün 16 yaşındaki tanık K..’un görmesine neden olunması nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 226/5. maddesinde düzenlenen çocuğa ait müstehcen görüntünün çocuğa gösterilmesi suretiyle müstehcenlik suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyet hükmü kurulması, yasaya aykırılık oluşturmaktadır”[1].

Eylemin doğru vasıflandırılması için somut olayın özelliklerinin titizlikle incelenmesi örneğin mağdur eğer çocuk değilse eylem müstehcenlik olmayıp özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturmaktadır. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; sanık ile katılanın evlilik dışı yaşamış oldukları ilişkiyi sanığın kaydederek katılanın akraba ve tanıdıklarına gönderdiğine yönelik soyut iddialar dışında delil bulunmadığı gerekçesi ile sanık hakkında beraat kararı verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesince katılanın sanıktan habersiz görüşmüş olduğu tanık K..’ın anlatımına itibar edilmediği ve diğer tanıkların  dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verildiği, bu tanıklardan katılanın eski eşi olan ve sanık ile arasında bir husumet bulunmayan T…’ın da kendi kullanmış olduğu cep telefonu numarasına katılanın cinsel ilişkiye girdiği anlara ilişkin görüntülerin gönderilmiş olduğunu beyan ettiği, bu suretle sanığa atılı suçun sabit olduğu gerekçesiyle sanık hakkında 5237 sayılı Kanunun 134/2. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiş olup temyiz isteminin reddine karar verilmiştir”[2].

Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; sanığın katılan ile sosyal medya üzerinden iletişim kurarak katılanın rızası ile kendisine ait cinsel organlarının gözüktüğü fotoğraflar gönderdiği, aralarında geçen tartışma sonrasında sanığın katılana ait fotoğrafları yaymakla korkuttuğu, katılan ile aynı yurtta kalan Esra’nın anlatımı ile sanığın katılana ait fotoğrafları gönderdiğinin sabit olduğu ve sanığın talimat yoluyla alınan savunmasında üzerine atılı suçlamayı ikrar ettiği gerekçesiyle sanığın üzerine atılı şantaj ve özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarından mahkumiyetine dair hüküm kurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak sanık hakkında şantaj suçunun farklı zamanlarda gerçekleştirmesi nedeniyle zincirleme suç hükümleri uygulanarak cezalandırılmasına, katılana ait görüntü içeriği itibariyle katılanın cinsel organlarının görünmesi nedeniyle müstehcen görüntü olduğu, müstehcen görüntünün tanık sıfatı ile dinlenen çocuk Esra’ya gönderilmiş olması nedeniyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan kurulan hüküm kaldırılarak sanığın müstehcenlik suçundan cezalandırılmasına karar verilmiş olup temyiz isteminin reddine karar verilmiştir”[3].


[1] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 30. 06. 2025 tarihli, 2022/9747   esas ve 2025/5751 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[2] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 23. 06. 2025 tarihli, 2023/3042 esas ve 2025/5538 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[3] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 23. 06. 2025 tarihli, 2023/2239 esas ve 2025/5537 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL VE KİŞİSEL VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK ELE GEÇİRME VEYA YAYMA SUÇLARI ARASINDAKİ FARKLAR- AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

2016 yılında “6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK)” kabul edilmiş  olup  KVKK’nın 3. maddesine göre; “kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” olarak tanımlanmıştır. İsim, soy isim, doğum bilgileri, telefon numarası, araç plakası, pasaport numarası, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, sağlık verileri, genetik bilgileri, banka hesap numaraları, banka kartları, şifreleri, e-posta adresi gibi bilgiler, kişisel veri kapsamındadır[1].

Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçu TCK’nın 136. Maddesinde şöyle düzenlenmiştir; (1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır (2) Suçun konusunun, Ceza Muhakemesi Kanununun 236’ncı maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları uyarınca kayda alınan beyan ve görüntüler olması durumunda verilecek ceza bir kat artırılır.

Yargıtay’a göre ise; “Bireyin kimliğini ortaya çıkartan, bir kişiyi belirli kılan ve karakterize eden kişinin kimlik, ekonomik ve dijital bilgileri, tabiiyeti, kanaatleri, ırk, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep veya diğer inançları, dernek, vakıf ve sendika üyeliği, sağlık bilgileri, fotoğrafları, parmak izi, sağlık verileri, telefon mesajları, telefon rehberi, sosyal paylaşım sitelerinde yazdığı veya paylaştığı yazı, fotoğraf, ses veya görüntü kayıtları kişisel verileri olarak kabul edilebilir.

AİHM göre, ad, kimlik, kişisel gelişim ve başka insanlarla ilişki kurma ve geliştirme, mesleki veya ticari faaliyetler, cinsel tercih gibi konuların özel hayat kapsamına girdiğini kabul etmektedir. Anayasa Mahkemesi de AİHM’in yaklaşımına paralel şekilde kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün, fiziksel ve sosyal kimliğinin, isminin, cinsel yöneliminin, cinsel yaşamının, kişisel bilgiler ve verilerinin, kişisel gelişiminin, aile hayatının özel hayat kapsamında yer aldığını belirtmektedir[2]Görüldüğü üzere özel hayat kapsamındaki veriler ile kişisel veriler çakışmakta olup bu verilerin hangi suçu oluşturduğu uygulamada problemlere yol açmaktadır. Örneğin bir kişinin fotoğrafı kişisel veri midir yoksa özel hayat kapsamındadır. Bu belirsizliğin yargı kararları ile netleşmesinde hukukun belirliliği ve kesinliği ilkeleri açısından bir zorunluluk bulunmaktadır.

Yargıtay, sanığın, katılan ile yapmış olduğu yüz yüze konuşmanın yayınlanması olayına konu kararında, sanığın konuşmanın tarafı olması nedeniyle TCK’nın 133/3. maddesi kapsamında kalmadığı ve konuşmanın da katılanın özel hayatına ilişkin olmadığının anlaşılması nedeniyle TCK’nın 134. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarının da oluşmayacağı ancak katılana ait gündelik kıyafetler ile kamuya açık alanda çekilen ve özel hayatına ilişkin olmayan tek kare fotoğrafın katılana ait kişisel veri kapsamında olması nedeniyle sanığın kanunun 136/1. maddesinde düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiğine hükmetmiştir[3].

Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir diğer kararında şöyle denilmektedir; “İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; sanığın sahte isimle açmış olduğu facebook hesabından katılanın kendi kullanımında olan facebook hesabından daha önceden paylaşmış olduğu fotoğrafını alarak profil fotoğrafı olarak kullandığı ve bu hesaptan katılanın cep telefonu numarasını paylaştığı olayda sanığın üzerine atılı özel hayatın gizliliğini ihlal suçu işlediği sabit olmadığından 5271 sayılı Kanunun 223/2-e maddesi gereğince beraatına karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak sanığın açmış olduğu sahte hesaptan katılanın yüzünün gözüktüğü fotoğrafı paylaştığını ikrar ettiği, katılanın cep telefon numarasının paylaşmakla korkutan sanığın bu sahte hesaptan katılanın cep telefonu numarasını paylaştığı ve katılanın farklı numaralar tarafından fazlaca aranmış olduğun anlaşılması karşısında sanık hakkında 5237 sayılı Kanunun 136/1. maddesinde düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç vasfının doğru biçimde belirlendiği anlaşılmakla, sanık müdafisinin ve katılan kurum vekilinin yukarıda ilgili bölümde ileri sürdüğü bu kapsamdaki temyiz sebeplerinin reddine karar verilmiştir”[4]

Eylemin özel hayatın gizliliği mi yoksa kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi veya yayılması mı olduğunun somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesi gerekir. Dijital ortamda bulunan herkesin görebilip ulaşabileceği fotoğrafların kişisel veri olarak kabul edilmesi gerekir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” Bölge Adliye Mahkemesince duruşmalı yapılan inceleme sonunda, katılanın üniforması ile çektirdiği günlük fotoğrafının, başkalarının görmesini ve bilmesini istemeyeceği özel hayatına ilişkin görüntüler olarak kabul edilemeyeceği ancak kişisel veri kapsamında olduğu kabul edilerek sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 136/1. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkumiyet kararları verilmiştir[5]”. Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” Söz konusu fotoğrafları kaldırması gerektiği hâlde 2012 yılı eylül ayından aynı yılın aralık ayının sonuna kadar kaldırmadığı, sonuç olarak sanığın, katılanla beraber oldukları dönemde katılanın rızasına uygun olarak sosyal paylaşım sitesinde yayımlanan ve katılanın özel hayatının gizliliğini ihlal edecek nitelikte olmayan kişisel veri niteliğindeki fotoğraflarını, katılanla aralarındaki arkadaşlık ilişkisi sona ermesine ve katılan tarafından kaldırılması istenilmesine rağmen katılanın rızasına aykırı şekilde yayımlamaya devam ettiği kabul edilerek, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 136/1. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkûmiyet kararı verilmiştir[6]”.

Görüntü veya fotoğrafın müşteki açısından başkaları tarafından bilmesini ve görmesini istemediği hallerde eylem özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturacaktır.  Görüntü alma ve görüntüyü yayma eylemi ile önceden çekilmiş fotoğrafı paylaşma eylemi farklı suçları oluşturmaktadır. Cumhuriyet savcısı ve/veya mahkeme tarafından doğru nitelendirilmesi hukuk güvenliği ve etkin bir yargılama açısından gereklilik arz etmektedir.  Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; sanığın, olay tarihinde aralarında dava bulunan katılanlar B…… ve R…… ile katılanlar vekili olan diğer katılan N.. ve dava tanık olan katılan T..’nın duruşma çıkışında adliye koridorunda duruşma salonunun kapısı önünde bekledikleri sırada resimlerini çekmesine konu olayda; katıldıkları duruşmanın aleni ve açık oturumda icra edilmesi nedeniyle özel hayata dahil olmadığı, sanık tarafından, katılanların sürekli denetim ve gözetim altına alınması sonucu elde edilmiş özel hayatlarının gizliliğini ihlale yol açacak görüntülerin kaydedilmediği gibi, katılanların  adliye koridorunda bulundukları sırada dışarıdan rahatlıkla görülebilir vaziyette bulundukları, bu durumun katılanların özel yaşam alanları kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçeleri ile sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca beraat kararı verilmiştir.  Bölge Adliye Mahkemesince duruşmalı yapılan inceleme sonunda sanık ile katılanların taraf olduğu duruşma sonunda sanığın adliye koridorunda duruşma salonu kapısının önünde bekledikleri sırada resimleri çekmesine konu olayda, suça konu fotoğrafların başkalarının görmesini ve bilmesini istemeyeceği özel yaşam alanına ilişkin görüntüler olarak kabul edilemeyeceği, ancak kişisel veri niteliğinde olduğu kabul edilerek sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 136/1. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkumiyet kararı verilmiştir. Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı anlaşılmakla, sanık müdafisinin yukarıda ilgili bölümde ileri sürdüğü bu kapsamdaki temyiz sebeplerinin reddine, ancak; dosya kapsamına göre; sanığın yargılandığı davanın duruşması sonunda  davanın tarafları olan katılanların duruşma salonunun kapısı önünden adliye koridorunda bekledikleri sırada, cep telefonunun kamera fonksiyonunu aktif hale getirip çekim açısını katılanlara yönelterek katılanların rızası dışında resimlerini arda arda çekmesine konu eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 134/1-2. cümlesindeki görüntü veya seslerin kaydedilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğu ve suçtan sanığın mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek adliye koridorunda çekilen resmin başkalarının bilmesini ve görmesini istemeyeceği özel yaşam alanına ilişkin olmadığına dair yasal, yeterli ve geçersiz olarak yazılı şekilde aynı Kanun’un 136/1. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkumiyet kararı verilmesi, hukuka aykırı olup  açıklanan nedenlerle sanık müdafisinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesinin kararının 5271 sayılı CMK’nın 302/2. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA, aynı Kanun’un 307/5. maddesi uyarınca ceza miktarı açısından sanığın KAZANILMIŞ HAKKININ SAKLI TUTULMASINA, Dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304/2 maddesi uyarınca İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.04.2025 tarihinde karar verildi[7].

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun takibi şikâyete tabi olup uzlaşma kapsamında olmasına rağmen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun takibi şikâyete tabi olmayıp uzlaşma kapsamında bulunmamaktadır.


[1]  Korkmaz   İbrahim, Kişisel Verilerin Ceza Hukuku Kapsamında Korunması, 2. Baskı., Ankara, 2019, s.29.

[2] Eraslan, s.  120/121.

[3] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 24.01.2018 tarihli,2017/1386 esas ve 2018/832 sayılı kararı. “Sanığın katılana ait kişisel veri kapsamında bulunan günlük kıyafetler ile çekilmiş resimlerini Tahir’e göndermesi ve katılana ait cep telefonunda bulunda numaraları ajandaya kaydetmek suretiyle ele geçirme şeklinde gerçekleşen eylemlerin bir bütün halinde 5237 sayılı TCK’nın 136/1. maddesinde düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmuştur”. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 07. 07. 2025 tarihli, 2022/8330 esas ve 2025/6047 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[4] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 07. 07. 2025 tarihli, 2023/3260 esas ve 2025/6084 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[5] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 16. 06. 2025 tarihli, 2023/2887 esas ve 2025/5323 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[6] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 21. 05. 2025 tarihli, 2022/1062 esas ve 2025/4718 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır). “Sanıkların katılana ait kişisel veri niteliğindeki görüntüsü ve fotoğrafını bilgi ve rızası dışında paylaşan sanıkların fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettikleri gerekçesiyle sanıklar hakkında 5237 sayılı Kanunun 136/1. maddesinde düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verilmiştir”. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 21. 04. 2025 tarihli, 2025/76  esas ve 2025/4104 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[7] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 21. 04. 2025 tarihli, 2024/4367   esas ve 2025/4072 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNDA SORUŞTURMA VE DELİLLENDİRME – AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun takibi şikâyete tabi olup re’sen soruşturulamaz. Cumhuriyet savcısı 6 aylık yasal süre içerisindeki şikâyet üzerine gerekli araştırma ve delil toplama sürecini tamamlayarak iddianame düzenlenmesini gerektirecek yeterlilikte delil elde ederse dosyayı gönderme kararı ile uzlaştırma bürosuna gönderir. Ön ödeme veya seri muhakeme usulleri uygulanamaz. 

Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından dosya kapsamındaki eylemlerin ve delillerin net bir şekilde ortaya konulması gerekir. Soruşturma ve kovuşturmalarda masumiyet karinesi ihlal edilmeden hukuki sınırlar içerisinde kalınması ve dosyanın magazinleştirilmemesi gerekir.

İddianamede hangi şüphelinin hangi eylem veya eylemleriyle kanunilik sınırları içerisinde kalmak kaydıyla hangi suçu ne şekilde işlediğinin delilleriyle birlikte ortaya konulması şarttır. Genel geçerli ifadelerle şüphelileri veya sanıkları suçlamak yerine bilimsel ve teknik veriler ışığında somut delillerle atılı suçun belirtilmesi adil yargılanma ilkesi açısından bir gereklilik oluşturmaktadır.  

Somut olayın özelliklerine göre, arama ve el koyma kararı ile bilgisayar kütüklerinde arama ve kopyalama kararlarının hukuka uygun olması, arama ve el koyma işlemlerine yönelik tutanakların Ulusal Yargı Ağı Bilişim sisteminde mevcut olması, arama ve el koyma işleminin sulh ceza mahkemesi kararında belirtildiği tarih ve saatler arasında yapıldığının tespiti şart olup arama kararında belirtilen saatler dışında herhangi bir arama veya el koyma işleminin yapılmaması gerekir. 

Bilgisayar ve kütüklerinde arama usulü 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesinde düzenlenmiş olup, somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilmelidir.

Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez.  Kovuşturma yapılabilmesi şikâyete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür ve hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz. İştirak halinde suç işlemiş sanıklardan biri hakkındaki şikâyetten vazgeçme, diğerlerini de kapsar. Kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez. Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada şahsi haklarından da vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açamaz. Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu uzlaşma kapsamında olup uzlaştırma bir kovuşturma şartıdır. Uzlaştırma yoluna gidilmeden dava açılamaz. Uzlaştırma yoluna gidilmeden iddianame düzenlenmesi iddianamenin iade sebebidir.

Genel olarak uzlaşma, uzlaşma kapsamına giren bir suç nedeniyle, şüpheli ya da sanığın mağdur veya suçtan zarar görenin kanun ve yönetmelikteki usul ve hükümlere uygun olarak uzlaştırmacı tarafından uzlaştırma süreci sonunda anlaştırılmış olmalarını ifade eder. Uzlaşma cezalandırıcı adalet anlayışına alternatif bir uyuşmazlık çözümüdür. Uzlaşma onarıcı adalet anlayışının önemli alanlarından biridir. Diğer bir ifadeyle, uzlaşma, yargılama dışı alternatif çözüm yollarından birisidir. Uzlaşmaya başlamak için şüpheli hakkında iddianame düzenlenecek kadar yeterli şüphe olmalıdır. Uzlaşma, fail ile mağdurun uzlaştırmacı önünde iradelerine uygun bir anlaşma yaparak ceza uyuşmazlığını gidermeleridir[1].

Uzlaştırma, uzlaşma kapsamındaki bir suç nedeniyle başlatılan ceza soruşturması veya kovuşturması sırasında,  dosyanın Cumhuriyet savcısı ya da davaya bakan mahkeme tarafından uzlaştırma bürosuna gönderilerek, uzlaştırmacı büro tarafından uzlaştırmacı olarak görevlendirilen uzlaştırmacının, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar göreni, kendi aralarında barışmayı sağlayarak suçla bozulan toplumsal barışı yeniden oluşturmak amacıyla öncelikle mağdurun zararının giderilmesine, şüpheli veya sanığın da yargılamanın sonuçlarından kurtulmasına yönelik olarak anlaştırmak için bir araya getirilmesi suretiyle uyuşmazlığın yargı dışı yolla çözümünü amaçlayan bir süreçtir[2].

Uzlaşmanın gerçekleşmesi hâlinde, tarafların imzalarını da içeren raporda, ne suretle uzlaşıldığı ayrıntılı biçimde açıklanır. Ancak uzlaştırma müzakereleri sırasında suçun işlenmesine ilişkin olarak yapılan açıklamalara raporda yer verilmez. Uzlaştırma bürosu, soruşturma dosyasını, raporu ve varsa yazılı anlaşmayı uzlaştırma bürosundan sorumlu Cumhuriyet savcısına gecikmeksizin sunar. Cumhuriyet savcısı, uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığını ve edimin hukuka ve ahlaka uygun olduğunu belirlerse raporu veya belgeyi mühür ve imza altına almak suretiyle onaylar, soruşturma dosyasında muhafaza eder. Cumhuriyet savcısı raporu veya belgeyi, uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayanmaması, edimin hukuka ve ahlaka uygun olmaması nedeniyle onaylamadığı takdirde gerekçesini rapora yazar. Edimin hukuka ve ahlaka uygun olmaması nedeniyle raporu onaylamaması durumunda 30 artı 20 artı 20 gün olmak üzere toplam 70 günlük süreye uyulması koşuluyla edimin değiştirilmesini uzlaştırmacıdan isteyebilir.

          Uzlaştırmacı; şüpheli, sanık, katılan, mağdur veya suçtan zarar görene uzlaşma teklifinde bulunur. Şüpheli, sanık, katılan, mağdur veya suçtan zarar görenin reşit olmaması ya da kısıtlı olması hâli ile mağdur veya suçtan zarar görenin ayırt etme gücü bulunmaması durumunda, uzlaşma teklifi kanunî temsilcilerine yapılır. Müştekinin veya suçtan zarar görenin özel hukuk tüzel kişisi olması hâlinde vekâletnamede özel yetki var ise vekile de uzlaşma teklifinde bulunulabilir. Uzlaştırmacı, uzlaşma teklifini büro aracılığıyla açıklamalı tebligat, istinabe veya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla da yapabilir. Uzlaşma teklif formunun istinabe suretiyle imzalatılması gereken hâllerde, teklif formu tarafın bulunduğu yer Cumhuriyet başsavcılığı istinabe bürosu aracılığıyla imzalatılır.

Uzlaştırmacı tarafından yapılacak uzlaşma teklifi, uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının bulunduğu Uzlaşma Teklif Formunda yer alan bilgilerin açıklanması ve teklif formunun hazır bulunan ilgiliye imzalatılarak verilmesi suretiyle yapılır. Uzlaştırmacı tarafından bilgilendirme yükümlülüğünün yerine getirildiğine ve uzlaşma teklifinde bulunulduğuna ilişkin formun imzalı örneği uzlaştırma evrakı içine konulur.

Uzlaştırmacının uzlaşma teklifinde bulunacağı şüpheli, sanık, katılan, mağdur veya suçtan zarar gören ya da kanunî temsilcilerine iletişim araçlarıyla ulaşılamaması hâlinde açıklamalı uzlaşma teklifi büro aracılığıyla yapılır. Bu işlem uzlaştırmacının, büroya başvurarak teklif formunu vermesi üzerine gerçekleştirilir.

Uzlaşma teklifinde bulunmak için çağrı; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak, bu çağrı uzlaşma teklifi anlamına gelmez.  Uzlaştırma müzakerelerine şüpheli, sanık, katılan, mağdur, suçtan zarar gören, kanunî temsilci, müdafi ve vekil katılabilir. Şüpheli, sanık, katılan, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisi, müdafi ya da vekilinin haklı bir mazereti olmaksızın müzakerelere katılmaktan imtina etmesi hâlinde, ilgili taraf uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır. Uzlaşma sağlanabilmesi için birden fazla müzakere yapılabilir. Uzlaştırmacı, müzakereler sırasında izlenmesi gereken yöntemle ilgili olarak Cumhuriyet savcısıyla görüşebilir; Cumhuriyet savcısı, uzlaştırmacıya uzlaştırma müzakerelerinin kanuna uygun yürütülmesi amacıyla talimat verebilir. Müzakereler, taraflarla birlikte veya ayrı ayrı gerçekleştirilecek toplantılarla yürütülebilir. Müzakereler, görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle de yapılabilir. Uzlaştırmacı, raporu taraflara imzalatır. Uzlaştırma raporunun istinabe suretiyle imzalatılması gereken hâllerde, rapor tarafın bulunduğu yer Cumhuriyet başsavcılığı istinabe bürosu aracılığıyla imzalatılır. Resmî mercilere beyan edilmiş olup da soruşturma veya kovuşturma dosyasında yer alan adreste bulunmama, mağdurun ölmesi veya yurt dışında olma ya da yapılan araştırmaya rağmen adresin belirlenememesi gibi başka bir nedenle mağdura, suçtan zarar görene, şüpheliye, sanığa, katılana veya bunların kanunî temsilcisine ulaşılamaması hâlinde bu hususun tutanakla tespit edilmesinin ardından uzlaştırmacı tarafından uzlaştırma işlemlerine son verilir. Uzlaştırma işlemleri sonucunda uzlaşma sağlanmaz ise Cumhuriyet Savcısı iddianame düzenler.

Özel hayatın gizliliğini ihlal ve uzlaştırma kapsama girmeyen örneğin şantaj suçuyla birlikte işlendiği hallerde soruşturma aşamasında uzlaştırma işlemi yapılmadan doğrudan  kamu davasının açılması gerekir.

Şüphelinin özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu işlediğine ilişkin yeterli şüphe yoksa Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmektedir. Ancak şüphe oluşturan delil varsa uzlaştırma yoluna gidilmelidir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi soruşturma aşamasına ilişkin değil kovuşturma aşamasında geçerli olan ceza muhakemesine egemen ilkelerdendir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında istikrarla vurgulandığı üzere; “Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” Ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet kararının verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak şekilde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerekir[3].

 Özel hayatın gizliliğini ihlal suçunda delil araştırılmasının titizlikle yapılması şarttır. Özellikle dijital ortamdaki eylemlerde failin tespiti ve eylemle ilişkinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Hukuk güvenliği ve adaletin tecellisi soruşturmada doğru ve hukuka uygun yöntemlerle delil tespitini zorunlu kılmaktadır.

CMK’nın 170/2. maddesine göre kamu davası açılabilmesi için soruşturma aşamasında toplanan delillere göre suçun işlendiğine dair yeterli şüphe bulunması gerekir. Suç ihbar veya şikâyeti yoluyla soruşturma yaparak maddi gerçeğe ulaşma yükümlülüğü ve yetkisi bulunan Cumhuriyet savcısı, soruşturma sonucunda elde edilen delilleri değerlendirerek kamu davası açmayı gerektirir nitelikte yeterli şüphe olup olmadığını takdir edecektir. Ancak soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının delil değerlendirmesiyle, kovuşturma aşamasında hâkimin delilleri değerlendirmesi birbirinden farklı özelliklere sahiptir. CMK’nın 170/2. maddesine göre soruşturma aşamasında toplanan deliller kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturup oluşturmadıkları çerçevesinde incelemeye tabi tutulurken, kovuşturma aşamasında, isnat edilen suçun işlenip işlenmediği hususunda mahkûmiyete yeter olup olmadığı ve tam bir vicdani kanaat oluşturup oluşturmadığı çerçevesinde değerlendirilmektedir[4].

Suç vasfının tayini açısından delillerin titizlikle incelenmesi gerekir. Mevcut delillerin neyi temsil ettiği ve hangi delillerin hangi suçun unsurlarının oluştuğunun tespitinin göz ardı edilmemesi maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ile doğru eylemi doğru kanuni yaptırımların uygulanmasına olanak sağlayacaktır.

           Maddi gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olarak yapılacak soruşturma ve/veya kovuşturmanın özel hayatın gizliliğini ihlal etmemesi şarttır. Eğer bir soruşturma ve/veya yargılama özel hayatı incelemeyi zorunlu kılmaktaysa incelemenin gizli bir şekilde ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması gerekir. Yarışan değerler kıyaslandığında ölçülülük ilkesi ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amaçlanmalıdır. Cumhuriyet savcısının soruşturmanın gizliliği sınırlarını aşarak özel hayatın gizliliğini ihlal edebilecek ifadelerden ve tutumlardan kaçınması gerekir. Özellikle soruşturma ve/veya yargılamaya taraf olmayan kişilerin özel hayatlarına ilişkin gizliliğinin ihlal edilmemesi şarttır[5].

Etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediği incelenirken soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız bir biçimde ve kamu denetimine tabi olarak özenle ve süratle yürütülmesi ve etkili olması unsurları araştırılmaktadır (Mehmet.. [1. B.], B. No: 2013/1656, 16/7/2014, § 29). Etkili soruşturma yapma yükümlülüğü, iddialar doğrultusunda lehe ve aleyhe delillerin toplanmasını ve ulaşılan sonucun temel hakların öngördüğü güvenceleri sağlayacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanmasını gerekli kılmaktadır. (Meral . [2. B.], B. No: 2018/8050, 7/10/2021, § 37[6];

Şüphelinin instagramda veya facebook da farklı isimlerle açılmış olan hesaplardan müştekiye ait fotoğrafları paylaşarak özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu işlediği iddia edildiğinde şüphelinin açtığı ve müştekiye  ait görüntüleri paylaştığı iddiasına konu kullanıcı isimlerine ait hesapların araştırılması, hesapları oluşturan ve kullanan kişilere ilişkin bir tespite ilişkin bilirkişi raporu alınması gerekir.  Delillerin usule uygun olarak elde edilmesi ve değerlendirilmesi esas olup Anayasa’nın 38/2., 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a, 217/2, 230/1. maddeleri  gereğince  hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen  ve tamamen iddiayı güçlendirmeye yönelik kurguya dayalı sözde delillere dayanılarak mahkûmiyet  kararı verilemez.

Anayasal ve CMK’daki yasal dayanakları açık olan özel hayıtın gizliliğini ihlalini tespitine ilişkin arama, öngörülen şartlara uyulmadan icra edildiğinde; “bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması” (CMK  madde 288) hâli ortaya çıkacağından, hukuka aykırı olacaktır. Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez (Anayasa madde 38). Yüklenen suç, (ancak) hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delille ispat edilebileceğinden (CMK madde 217/2) delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse mahkemece ret olunacaktır. (CMK madde 206/2-a). Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirtilir; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi gerekir (CMK madde 230/1-b)[7].


[1] Centel, Nur/Zafer, Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku,  11. Baskı, İstanbul 2014, s.  477.

[2] Erdem,Mustafa Ruhan/Eser, Ferda/Özşahinli, Pakize Pelin, 100 Soruda Uzlaşma,  Ankara 2015, s. 19.

[3] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 19. 12. 2024 tarihli, 2023/11362 esas ve 2024/13572 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[4] Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 18. 10. 2022 tarihli, 2022/8092 esas ve 2022/20186 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[5] Apaydın, Kanunu Yolları, s. 47-48.

[6] AYM’nin 30/4/2025 tarihli, 2021/14248 başvuru nolu kararı. 

[7] YCGK’nun 14.05.2025 tarihli, 2024/7-234 esas ve 2025/203  sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNDA TEŞEBBÜS VE İÇTİMA – AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

TEŞEBBÜS

Suça teşebbüste fail suçu tamamlamak amacıyla hare­ket etmesine rağmen, elinde olmayan nedenlerden dolayı bunu gerçekleşti­rememektedir. Bu durumda ise kişiye tamamlanmış suça oranla daha az bir ceza verilmektedir. Suçun tamamlanamadığı durumlarda ceza miktarı belirle­nirken, yapılan hareketin ulaştığı gerçekleşme aşamasından ziyade, fiilin doğurduğu zarar veya tehlikenin ağırlığı dikkate alınmalıdır. Çünkü bir olayda icra hareketleri bitmemesine rağmen ortaya çıkan zarar veya tehlike, icra hareketlerinin bitmesinden sonra meydana gelen zarar veya tehlikeden daha ağır olabilir. Suça teşebbüs durumunda hâkim, önce cezanın belirlenme­sindeki ölçülere göre temel cezayı saptayacak; daha sonra, bu konuya ilişkin hükümdeki sırayı takip ederek teşebbüs hükmünü uygulayacaktır. Bu hüküm uygulanırken, somut olayda ortaya çıkan zarar veya tehlikenin ağırlığı dik­kate alınarak, teşebbüse ilişkin hükümde belirtilen sınırlar arasında ceza belirlenecektir[1].

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarına teşebbüs mümkün olup Yargıtayın bir kararında tuvalet penceresinden içeriye bakmak amacıyla merdivene çıkan sanığın, özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu işlediği, ancak elinden olmayan sebeplerle içeriyi gözetleyemediğinden suçun teşebbüs aşamasında kaldığını belirtmiştir[2].

İÇTİMA

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir. TCK’nın 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.  5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir. Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan unsurların üzerinde ayrıntılı olarak durulmasında yarar bulunmaktadır.

a) Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi;

Aynı suç 5237 sayılı TCK.nun 43. maddesinde; “Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır” denmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de “aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu”, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara, 2008. s.316; Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. cilt, Ankara, 2014, s.1241-1242; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 6. bası, Ankara, 2013, s. 486-488; Türkan Sancar Yalçın-Yeni Türk Ceza Kanununda “Zincirleme Suç”, TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253)  5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır[3].

Yargıtay’ın  özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun  zincirleme suretiyle işlenmesine ilişkin bir kararında şöyle denilmektedir; ”İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; katılanın rızası dışında değişik zamanlarda cinsel ve fiziksel mahremiyetine ilişkin cinsel ilişki görüntülerini ve seslerini kaydeden sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 134/1-2. cümlesindeki görüntü veya seslerin kaydedilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince duruşmalı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesi hükmünün kaldırılarak sanığın özel hayata ilişkin ses ve görüntüleri değişik zamanlarda kaydetmesi nedeniyle zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle 5237 sayılı TCK’nın 134/1-2. cümlesindeki görüntü veya seslerin kaydedilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç vasfı ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşılmakla, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesinin kararında sanık müdafii tarafından öne sürülen tüm temyiz sebepleri ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1. maddesi ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda hukuka aykırılık görülmediğinden aynı Kanun’un 302/1. maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle  temyiz isteminin esastan reddi ile hükmün onanmasına karar verilmiştir[4].

Kişi, işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşumuna neden olabilir; ancak non bis in idem kuralı gereğince bu fiilden dolayı ancak bir defa cezalandırılabilir. Gerçekleştirdiği fiilin birden fazla farklı suçun olu­şumuna neden olması durumunda, failin bu suçlardan en ağır cezayı gerekti­ren suç nedeniyle cezalandırılması yoluna gidilmelidir. Böylece, bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının önüne geçilmek amaçlanmış­tır.  Bir suçun temel ve nitelikli şekillerinin dışındaki suçlar, fikri içtima uygulamasında farklı suç olarak kabul edilmelidir[5].

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu, bir kimsenin konutuna hukuka aykırı olarak girilerek işlenirse, örneğin, fail hem rıza olmadan konuta girmiş hem de mağdurun bilgisayarındaki görüntülerine bakmışsa gerçek içtima söz konusu olacak; fail, hem konut dokunulmazlığını ihlal suçundan hem de özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarından cezalandırılacaktır[6].

Müştekinin  rızası dışında cinsel ve fiziksel mahremiyetine ilişkin çıplak görüntülerini kaydedip, müşteki ayrıldıktan sonra tekrar konuşma isteğinin reddedilmesi üzerine söz konusu  görüntülerin  şüpheli tarafından müştekinin  yakınlarına  gönderilmesi  eylemi  hem  5237 sayılı TCK’nın 134/1-2. cümlesindeki  hem de TCK’nın  134/2. maddesindeki görüntü veya seslerin kaydedilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal ve  görüntü veya seslerin ifşa edilmesi özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarını oluşturmakta olup içtima kuralları gereğince müeyyidesi ağır olan TCK’nın  134/2.maddesi gereğince soruşturma ve yargılama yapılmalıdır.

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu ile şantaj suçu birlikte işlendiğinde gerçek içtima hükümleri gereğince her iki suçtan ayrı ayrı yargılama yapılarak failin cezalandırılması gerekir. Yargıtay incelemesine konu olan bir  kararda şöyle denilmektedir; “İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; evli olan sanığın komşusu olan katılan ile cinsel birliktelik yaşadıkları sırada katılanın bilgisi ve rızası olmadan cep telefonu kamerasına kaydettiği, video kaydını gören sanığın eşinin sanıktan kendisine istediği parayı vermezse videoyu ifşa edeceğini söylemesi üzerine sanığın katılana aynı şekilde kendisine para vermezse videoyu ifşa etmekle korkuttuğu olayda sanık hakkında 5237 sayılı Kanunun 134/1. maddesinin ikinci cümlesinde düzenlenen özel hayatın gizliliği ihlal suçundan mahkumiyetine, şantaj suçu yönünden soyut beyanlar dışından delil bulunmadığı gerekçesi ile beraatına karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılarak yapılan yargılama neticesinde sanık hakkında özel hayatın gizliliğini ihlal ve şantaj suçunu işlediğinin dosya içerisinde bulunan deliller ile sabit olduğu gerekçesiyle verilen cezada alt sınırdan uzaklaşılarak 5237 sayılı Kanunun 134/1 ve 107/2. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal ve şantaj suçlarından mahkumiyetine karar verilmiş olup temyiz isteği esastan ret edilerek hüküm onanmıştır”[7].


[1] TCK’nın 35. Maddesinin gerekçesi.

[2] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin. 02.10.2012 tarihli.2012/19741 esas ve 2012/20411 sayılı kararı.

[3] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 16. 12. 2024 tarihli, 2023/5942 esas ve 2024/11712 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[4] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 30. 06. 2025 tarihli, 2022/8737   esas ve 2025/5748 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[5] TCK’nın 44. Maddesinin gerekçesi.

[6] Yaşar, Osman/Gökcan, Hasan Tahsin/ Artuç, Mustafa, Yorumlu –Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2..Baskı, Ankara, 2014, s. 4390.

[7] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 12. 05. 2025 tarihli, 2023/2153 esas ve 2025/4312 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNDA İŞTİRAK – AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

İştirak; bir kişi tarafından işlenebilen suçun, birden fazla kimsenin önceden iş birliği yapmaları sonucu gerçekleştirmeleri olarak tanımlanmıştır. İştirak bakımından kural olarak bir özellik taşımaz.

Suç ortaklarının iştirak katkılarının karşılıklı olarak birbirlerini ta­mamlamadığı durumlarda da müşterek faillik mümkündür. Bazı hâllerde failler, her biri suçun kanuni tanımındaki bütün unsurları tek başına gerçek­leştirmek üzere, bir anlaşmaya varabilir[1]

 Kişi suçu bir başkasını araç olarak kullanmak suretiyle gerçekleştirebilir. Bu durumda dolaylı faillik söz konusudur. Dolaylı faillikte, arka plandaki kişi, suçun icraî hareketlerini gerçekleştiren şahsın ve hareketinin üzerinde hâkimiyet kur­maktadır ve bu hâkimiyet nedeniyle, fail olarak sorumlu tutulmaktadır.  Suçun işlenmesinde kusur yeteneği olmayan kişilerin araç olarak kul­lanılması durumunda, dolaylı faile verilecek olan cezanın bu nedenle artı­rılması kabul edilmiştir. Zira bu durumda sadece bir suç işlenmemekte, ken­disini yönlendirme yeteneği olmayan kişiler istismar da edilmektedir[2].

Azmettirme, belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar verdiril­mesidir. İzlenen suç politikasının gereği olarak, azmettirenin suçun kanun­daki cezası ile cezalandırılacağı kabul edilmiştir. Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettirenin cezasının belli bir oranda artırılması uygun görülmüştür. Ancak, çocukların suça azmetti­rilmesi hâlinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmayacaktır. Bu durumlarda azmettirenin ceza­sında artırım öngörülmesinin hukukî dayanağı, ayrıca, azmettirme olgusu­nun tek başına bir haksızlık ifade etmesidir. Azmettirenin belli olmaması hâlinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında verilecek cezada indirim yapılabilecektir. Bu durumda indirim yapılması hususunda hâkim takdir yetkisine sahiptir. Bu hükmün uygulana­bilmesi için, kişiliğe ilişkin olarak verilen bilginin maddî gerçeğin ortaya çıkmasını sağlaması gerekir[3].

Bağlılık kuralı, suç ortaklarından bazılarında faillik için aranan şartların bulunmaması hâlinde, bu kişilerin işlenen suçtan sorumlulu­ğunu sağlamaktadır. Böylece; suçun işlenişinde hâkimiyet kuramadığı veya özel faillik niteliğini taşımadığı için fail olarak sorumlu tutulamayan bir suç ortağı, bağlılık kuralı sayesinde, gerçekleşen suçtan sorumlu tutulabilmekte­dir.  Bağlılık kuralının gereği olarak, diğer suç ortaklarının azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulabilmesi için, failin işlediği fiilin kasten işlenmesi ve hukuka aykırı olması gerekir ve yeterlidir. Failin bu fiil nede­niyle ayrıca kusurlu olmasına gerek yoktur. Yine, cezayı hafifleten veya ortadan kaldıran kişisel nedenler, ancak ilgili suç ortağı açısından hukukî sonuç doğururlar[4].

       Azmettiren veya yardım eden olarak sorumluluk için, suçun tamam­lanmış veya en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir. Bu so­nuç, bağlılık kuralının niceliksel etkisinden çıkarılmaktadır[5].

Özel dedektifi azmettiren kişi özel dedektif ile aynı cezayı alacaktır. Özel dedektife özel hayatın gizliliğini ihlal eyleminde yardımda bulunan kişi ise TCK’nın 39. Maddesi kapsamında yardım eden sıfatıyla iştirak hükümleri gereğince ceza alacak olup cezasından indirim yapılacaktır.


[1] TCK’nın 37. Maddesinin gerekçesi.

[2] TCK’nın 37. Maddesinin gerekçesi.

[3] TCK’nın 38. Maddesinin gerekçesi.

[4] TCK’nın 40. Maddesinin gerekçesi.

[5] TCK’nın 40. Maddesinin gerekçesi.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNDA HUKUKA AYKIRILIK UNSURU- AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

Hukuka aykırılık suçun unsurlarından biri olup hukuk düzeni ile çatışarak hukuka karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Fiilin kanuni tipe uygun olması halinde, eylemin suç oluşturup oluşturmadığı fiilin haksızlık olup olmamasına göre değişecektir. Haksızlık ancak failin eyleminin bütün hukuk düzeniyle çeliştiği, yani hukuka aykırı olduğu zaman söz konusu olur. Kanuni tipine uygun bir fiil işlenmiş olmasına rağmen, böyle bir fiilin işlenmesine olanak tanıyan bir hukuk kuralının bulunması halinde, işlenen fiilin hukuka aykırı olduğundan söz edilemez. Hukuk düzeni tarafından bir fiilin işlenmesine müsaade eden ve dolayısıyla fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldıran bu nedenlere, hukuka uygunluk nedenleri denilmektedir[1]. Hukuka aykırılık, sadece ceza hukukuna değil, tüm hukuk düzenine aykırılıktır. Bir başka ifadeyle, hukuka aykırılık bütün hukuk düzeni ile fiil arasındaki münasebetin ifadesidir[2].

Hukuka uygunluk nedenleri kural olarak bütün suçlar için geçerlidir. Bu bakımdan suçun kasten veya taksirle işlenmesi arasında bir fark yoktur. Keza icrai veya ihmali hareketle işlenmesi de önemsizdir. Ancak Kanunda bazı fiillerin yapılmasına sadece belli suç tipleriyle ilgili olarak izin verilmiş olabilir. Bu halde de sonuç değişmeyecektir ve sırf o fiilin yapılmasına izin veren kural diğer hukuk dalları bakımından da hukuka uygunluk sebebi teşkil edecektir. Örneğin TCK’nın 127’nci maddesinde düzenlenen isnadın ispatı ve 128’inci maddesinde düzenlenen iddia ve savunma dokunulmazlığı şeklindeki hukuka uygunluk sebepleri, yalnızca hakaret suçu bakımından ve fakat bu fiille ilgili olarak tüm hukuk düzeni bakımından hukuka uygunluk etkisi doğurur. Buna karşın kanunun genel hükümler kısmında düzenlenen hukuka uygunluk sebepleri bünyesi ve mahiyetleri elverişli olan her fiil bakımından geçerlidir[3] .

Türk Ceza Kanunu’nda genel hukuka uygunluk nedenleri, kanunun hükmünü yerine getirme (m. 24/1), meşru savunma (m. 25/1), hakkın kullanılması (m. 26/1) ve ilgilinin rızası (m. 26/2) olmak üzere dört şekilde düzenlenmiştir. Her suçun özelliğine göre farklı hukuka uygunluk nedenleri bulunmaktadır.

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarında fiil, hukuka aykırı olmalıdır. Kanun emrinin veya yetkili merciin emrinin yerine getirilmesi halinde fiil hukuka uygundur ve dolayısıyla suç oluşturmaz. Bu bağlamda, örneğin suç şüphesi altında olan bir kimsenin hâkim kararı ile günlük yaşantısının izlenmesi, evinin gözetlenmesi, vs., özel hayatın gizliliğinin ihlali olmaz (TCK.m.139, 140). Buna karşılık özel dedektif tutarak bir kimsenin izletilmesi hem izleten hem de izleyen bakımından özel hayatın gizliliğinin ihlali suçu olur[4].

Hakkın kullanılması kapsamında olmak üzere kendisini aldattığını düşünen eşini izleyerek görüntülerini çeken kişinin kumpas oluşturmayan eylemleri de hukuka uygun olup özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturmamaktadır. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; sanığın boşanma aşamasında olduğu eşi D…’i gece saatlerinde katılan V..’in aracında görerek peşlerinden gittiği, katılanın aracı durdurup araçtan indiği sırada sanığın cep telefonu kamerası ile katılan ve D..’i video kaydına aldığı olayda sanık hakkında 5237 sayılı Kanunun 134/1. maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince, İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak sanığın boşanma aşamasında olduğu eşinin kendisini aldattığından şüphelenerek, gece saatlerinde ıssız bir yer olması nedeniyle bir başka tanığın da bulunmaması nedeniyle durumu ispatlamasının görüntü kaydı alması dışında mümkün olmadığı, delil elde etmek için görüntü kaydına aldığı yolundaki beyanı ile söz konusu görüntülerin ifşa edildiğine, çoğaltılarak dağıtıldığına ilişkin herhangi bir beyanı da bulunmadığı, sanığın mağduru ve katılanı sürekli takip ederek onların yaşamını gözetim altında tuttuğuna ilişkin bir beyanı da bulunmadığı gözetildiğinde sanığın üzerine atılı özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun unsurlarının oluşmadığı nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un 223/2-a maddesi uyarınca beraatına karar verilmiştir. Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve Kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı anlaşılmakla, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesinin kararında katılan vekili tarafından öne sürülen tüm temyiz sebepleri ve 5271 sayılı Kanunun 289/1. maddesi ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda hukuka aykırılık görülmediğinden aynı Kanun’un 302/1. maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, temyiz isteminin esastan reddi ile hükmün onanmasına  dava dosyasının, 5271 sayılı Kanunun 304/1. maddesi uyarınca Muğla 1. Asliye Ceza Mahkemesine Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına  tevdiine, 23.06.2025 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[5]”.

CMK’nın 75, 76, 77 ve 78. maddelerinde beden muayenesinin yapılmasına ve kan veya benzeri biyolojik örneklerle, saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınmasına ve bu şekilde elde edilen örnekler üzerinde moleküler genetik inceleme yapılmasına izin verilmektedir. Ancak bu işlemler belli koşullara bağlanarak özel hayatın gizliliği güvence altına alınmıştır. CMK’nın 80. maddesi ile bu hükümlere göre alınan örnekler, kişisel veri niteliğinde olduğundan, başka bir amaçla kullanılamayacağı ve başkasına verilemeyeceği düzenlenmiştir. Ayrıca kişisel veriler, kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hallerinde Cumhuriyet Savcısının huzurunda derhal yok edilecektir[6].

Özel hayatın gizliliği eylemlerinde rıza bir hukuka uygunluk nedenidir. Rızanın bulunup bulunmadığının somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesi gerekir. Mağdurun sadece faili gönderdiği veya failin çekmesine izin verdiği fotoğrafların üçüncü kişiye gönderilmesinde rızasının bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir[7].


[1] Apaydın, Cengiz, Meşru Savunma, Ankara, 2023, s.15.

[2] Kunter, Nurullah, Suçun Kanuni Unsurları Nazariyesi, İstanbul 1949, s. 85.

[3] Öztürk, Bahri/Erdem, Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Ankara, 2005, s. 134.

[4] Hafızoğulları/Özen, s. 18.

[5] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 23. 06. 2025 tarihli, 2023/2908 esas ve 2025/5542 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[6] Eraslan, Rümeysa, Türk Ceza Kanunu’nda Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2024, s. 67.

[7]  Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;”  İlk Derece Mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; katılan ile dosya dışı Ahmet ile yapmış olduğu görüntülü konuşmayı kaydettiği, video kaydı içeriğinde katılanın yüzünün ve cinsel organlarının göründüğünün anlaşıldığı, Ahmet’in videoyu sanığa gönderdiği, sanığın video kaydını internet üzerinden yayınlandığı olayda sanığın eylemini katılanın rızası ile gerçekleştirdiği gerekçesi ile sanık hakkında beraat kararı verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesinin kararı kaldırılarak sanığın eylemini katılanın rızası ile yaptığına dair bir tespitin bulunmadığı, katılanın sanıktan şikayetinin devam ettiği göz önünde bulundurulduğunda sanık hakkında 5237 sayılı Kanunun 134/2. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç vasfı ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşılmakla, Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin kararında sanık tarafından öne sürülen temyiz sebepleri ve 5271 sayılı Kanunun 289/1. maddesi ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda hukuka aykırılık görülmediğinden 5237 sayılı Kanunun 302/1. maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA, dava dosyasının, 5271 sayılı Kanunun 304/1. maddesi uyarınca Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.06.2025 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 30. 06. 2025 tarihli, 2023/2986  esas ve 2025/5785  sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNDA MANEVİ UNSUR- AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu suç taksirle işlenmez ancak doğrudan kastla işlenebilir. Saik önemli olmayıp özel kast da aranmaz. Suç kastının tespiti çok önemlidir. Hayatın olağan akışı çerçevesinde akla ve mantığa uygun bir değerlendirme yapılmalıdır.

Yargıtay incelemesine  konu olan bir olayda, ilk derece mahkemesince, dosyada mevcut belge ve bilgiler, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarla birlikte dikkate alınarak yapılan değerlendirmede; sanığın bir dönem duygusal birliktelik yaşadığı katılanın bilgisi dahilinde öpüşürken çekindikleri resmi katılanın rızası dışında internet üzerinden paylaşmasına konu olayda, katılan ile ilişkilerinin zorla olmadığını ispat amacıyla paylaştığı gerekçesi ile suç kastının bulunmadığı gerekçesi ile sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca beraat kararı verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince duruşmalı yapılan inceleme sonunda, katılanın rızası dışında katılan ile öpüştükleri resmi internet üzerinden yayınlayan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 134/2. Maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkûmiyet kararı verilmiş olup temyiz istemi Yargıtay tarafından esastan reddedilerek hükmün onanmasına karar verilmiştir[1]. Mağdurun çeşitli saiklerle sanık ile rızasıyla öpüşmesinin kayda alınmasını kabul etmesi bu görüntülerin internette paylaşılmasına izin verdiğini anlamına gelmez. Hayatın olağan akışı içerisinde normal bir insan öpüşme görüntülerinin internet üzerinden paylaşmasına izin vermez. Mahkeme kararlarının akla, mantığa ve hayatın olağan akışına uygun olması gerekir. Hakimlerin mağduru eylemleri üzerinden örtülü de olsa kınama hakkı bulunmamaktadır. Hukuk ahlaki değerlendirme araca olarak kullanılamaz.

Failin, suçun konusunu oluşturan davranışların özel hayat alanına dahil olduğunu bilmesi gerekir. Aksi halde, failin kastından bahsedilemez. Bunun yanında failin bu suçla ulaşmak istediği amaç önem taşımaz[2].


[1] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 16. 06. 2025 tarihli, 2022/9235 esas ve 2025/5327 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[2] Koca, Mahmut Koca/ Üzülmez, İlhan, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 9.  Baskı., Ankara, 2023, s.605

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNU OLUŞTURAN EYLEMLER- AVUKAT CENK AYHAN APAYDIN

Serbest hareketli bir suç olup değişik şekillerde işlenmektedir. Sanığın kullanmış olduğu cep telefonunun kamerası ile yoldan geçen katılanların fotoğraflarını çekmesi[1], sanığın sahte isimle açmış olduğu facebook hesabından müştekinin kendi kullanımında olan facebook hesabından daha önceden paylaşmış olduğu fotoğrafını alarak profil fotoğrafı olarak kullandığı ve bu hesaptan katılanın cep telefonu numarasını paylaşması özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturmaktadır. Sanığın eşi olan müştekinin cinsel hastalığı olduğuna ilişkin özel hayatına ilişkin gizli olan bir bilgiyi tanığa göndermesi özel hayatının gizliliğini ihlal ettiği eylemi oluşturmaktadır. Yine müştekinin dosya dışı şahıs yapmış olduğu görüntülü konuşmayı ve video kaydı içeriğinde müştekinin yüzünün ve cinsel organlarının göründüğü halde, dosya dışı şahıs videoyu sanığa göndermiş ise ve sanık video kaydını internet üzerinden yayınlarsa sanığın eylemi 5237 sayılı Kanunun 134. maddesindeki suçu oluşturmaktadır. 

          Anahtar deliğinden yahut kurduğu bir düzenekle, evin bir sakininin, öteki sakinini, konuğu, hizmetçiyi yatak odasında soyunurken seyredilmesi; birinin evinin bahçesindeki ağaca çıkarak komşunun evinin içini gözetlemesi; kimin girip çıktığını öğrenmek masadıyla bir kimsenin evinin kapısının gözetlenmesi; çalıştığı işyerinde ne olduğunu merak ederek arkadaşının masasının gözüne bakması; bir kimsenin çantasının karıştırılması; posta kutusuna bakılması; otel, pansiyon vs. çalışanının müşterinin odasında eşyasını karıştırması; kimin kimle beraber olduğunun araştırılması özel hayatın gizliliğinin ihlalidir[2]. Ayrıca kişinin plajda güneşlenirken fotoğrafının çekilmesi, kamusal alanda kişinin sürekli takip edilmesi, kamuya açık alanda öpüşen çiftlerin fotoğrafının çekilmesi, metro veya otobüste bir kişinin fotoğrafının çekilmesi eylemleri de özel hayatın gizliliği ihlal suçunu oluşturmaktadır[3].

 Aynı kapsamda olmak üzere bir kimsenin evinin gizlice gözetlenmesi, posta kutusunun veya cep telefonunun karıştırılması, deneme kabininde veya soyunma kabininde gizlice görüntü çekilmesi, bir kişinin uygunsuz görüntülerini kaydederek müştekinin rızası hilafına başkalarına göndermesi, sanık ile mağdurun MSN’de görüşme yaptıkları sırada sanığın mağdurun rızası dışında mağdurun soyunması veya hal ve hareketlerini kaydetmesi veya başkalarına vererek ifşa etmesi, sanık ile müşteki arasındaki özel yaşamlarına ilişkin mesaj metinlerinin başkaları ile paylaşılması, sanık tarafından müştekinin resminin çekilmesi, özel hayatın çıplak gözle seyredilmesi veya dinlenilmesi özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturmaktadır[4]. Yine bir AVM’nin bayanlar tuvaletine girip yan kabinde tuvalet ihtiyacını gidermek için gelen katılanı klozetin üzerine çıkarak seyreden sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 134/1-1.cümlesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkûmiyet kararı verilmiştir[5].

   Özel hayat kavramı belirlenirken mağdurun kişiliği, sosyal veya kültürel çevresi, varsa politik kimliği de göz önünde tutulmalıdır. Bu kapsamda politikacı, sanatçı veya bürokratların özel hayat alanlarının diğer kişilere göre daha dar olarak değerlendirilmesi gerekir. Ancak bu ölçüt belirtilen kişilerin özel hayatlarının olmadığı anlamına gelmemektedir. Hâkim veya Cumhuriyet savcısının somut olayın özelliklerine göre özel hayat kavramının sınırlarını netleştirmesi şarttır[6].

Özel hayatın gizliliğini ihlal eylemi bazen suç teşkil eden diğer eylemlerle birlikte işlenebilmekte olup eylemlerin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir. Sanığın, müştekiye ait fotoğrafları müştekinin ailesi ve çalıştığı işyerine göndermek suretiyle tehdit ve müştekiyi etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek derecede yaralamak suretiyle suça konu flaş bellek, cep telefonu ve ev anahtarını müştekiden tehdit ve cebir kullanarak alması eylemi kesintisiz olarak gerçekleştirdiğinde eylemler kül halinde müştekiye yönelik nitelikli yağma suçunu oluşturmaktadır. Aynı doğrultuda olmak üzere sanığın müştekiye ait kişisel veri kapsamında bulunan günlük kıyafetler ile çekilmiş resimlerini tanığa göndermesi ve müştekiye ait cep telefonunda bulunan numaraları ajandaya kaydetmek suretiyle ele geçirme şeklinde gerçekleşen eylemler bir bütün halinde 5237 sayılı TCK’nın 136/1. maddesinde düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturmaktadır. Öte yandan eylemler farklı zamanlarda farklı yerlerde gerçekleşmiş ise eylemleri ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.


[1] Sanığın kullanmış olduğu cep telefonunun kamerası ile yoldan geçen katılanların fotoğraflarını çektiği olayda sanık hakkında 5237 sayılı Kanunun 134/1-2. maddesindeki özel hayatın gizliliği ihlal suçundan mahkûmiyet kararı verilmiştir. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 07. 07. 2025 tarihli, 2025/689 esas ve 2025/6085 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[2] Hafızoğulları,Zeki / Özen, Muharrem, Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar, Ankara Barosu Dergisi, Yıl:67,  Sayı: 4, Ankara, 2009, s. 17.

[3] Akyürek, Güçlü, Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu, 3. Baskı, Ankara 2021, s.218.

[4] Apaydın, Cengiz, Gençlik Ceza Hukuku, İstanbul, 2023, s. 79.

[5] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 21. 04. 2025 tarihli, 2025/110 esas ve 2025/4071 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[6] Özbek ve diğerleri, Özel Hükümler, s. 551.