1–Hukuk
sistemimiz büyük oranda bilirkişi raporuna endeksli olup özellikle idari
yargı, iş yargısı, ticaret mahkemeleri, tüketici mahkemeleri, asliye hukuk
mahkemeleri ve ceza mahkemeleri bilirkişi raporları üzerinden yargılama
yapmaktadır.
2- Bilirkişilik, cezada “Mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından
mevcut ya da muhtemel bir duruşmada teknik ya da olgusal delilleri
değerlendirerek adli çözüme katkı sağlamak üzere atama ya da onay yoluyla bir
teknisyenin görevlendirildiği araştırma tedbiri” olarak tanımlanmaktadır[1].
3-Genel bilgi, hukuk veya başka bir alanda uzman olmayı
gerektirmeyen, doğal, tarihi ya da politik olaylar gibi hususlara ilişkin
herkesin her zaman kolayca elde edebileceği, ulaşılabilir, güvenilir kaynaklara
başvurarak kanaat edinebileceği bilgidir[2]. Genel
bilgilerle ilgili olarak bilirkişiye başvurulamaz. Bilirkişiye teknik ve uzmanlık gerektiren alanlarda başvurulması
esastır.
4-Bilirkişi
incelemesi için öncelikle delillerin toplanması şarttır. Soruşturma ve/veya
yargılama aşamasında tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda
gösterdikleri deliller ışığında bilirkişi raporu düzenlenmelidir.
5- Bilirkişi incelemesi
genellikle Adli Tıp Kurumu aracılığı ile yaptırılmakta olup Adli Tıp Kurumu raporunun
alınmasından sonra itiraz olması halinde mahkemece itiraz yerinde görülürse
üniversitelerden uzman kişilerce ayrıca bilirkişi raporu alınabilmektedir. Adli
Tıp Kurumu raporunu dosya içeriğiyle uyumlu ise, maddi gerçeği ortaya koyuyorsa Adli Tıp Kurumu
raporu doğrultusunda karar verilmelidir.
6- Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.” hükmü bulunmakta olup bu hükümden de anlaşılacağı
üzere hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke
olarak bağımsız kılınmıştır[3].
7- 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesinde ifadesini bulan ilke, ceza
kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı
kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında
düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına
dayanmaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun 74. maddesindeki açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen
beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme
yeterliği, illiyet bağı gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda
duraksama bulunmamaktadır[4].
8-
Hukuk hâkiminin bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse
Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında ceza hâkiminin tespit ettiği bilirkişi
raporlarına dayalı maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı”
konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir
anlatımla maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi
kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 10.1.1975 tarihli ve 1971/406 esas, 1975/1 karar ile 23.1.1985
tarihli ve 1983/10-372 esas, 1985/21 sayılı kararları). Ancak ceza yargılamasındaki
bilirkişi raporları üzerinden verilen kararların hukuk hâkimini bağlaması olay
bazında değerlendirilmelidir.
9- Hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın
açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin
bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi ikinci tanık listesi
verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın
süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun
sonucunda hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef
olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi
gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik
bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini
bağlamasına, 6098 sayılı Kanun’un 74. maddesi bir engel oluşturmaz. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve
öğretideki genel kabule göre maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi
kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da
yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen aynı konunun hukuk mahkemesinde
yeniden tartışılması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.06.2022 tarihli ve 2019/10-111 esas, 2022/948 Karar ile 15.12.2022 tarihli
ve 2021/10-292 esas, 2022/1759 Karar sayılı kararları). Somut olayda davalı şirkete ait işyerinde ısı
yalıtım ve çatı aktarma işinde çalışmakta iken 16.06.2014 tarihinde sekizinci
kattan düşerek hayatını kaybeden dava dışı sigortalının hak sahiplerine
bağlanan ilk peşin sermaye değerli gelir ile yapılan cenaze yardımının rücu
yoluyla tahsili istemiyle açılan eldeki
davada, ilk derece mahkemesince alınan 19.03.2017 tarihli bilirkişi kurulu
raporunda davalı şirketin % 75, dava dışı sigortalının % 20, işi sevk ve idare
eden olarak ifade edilen davalı S…ün % 5 oranında kusurlu olduğunun
belirtildiği, bu rapora itiraz edilmesi üzerine alınan 22.09.2017 tarihli
ikinci bilirkişi kurulu raporunda ise davalı şirketin % 80, dava dışı
sigortalının % 20 oranında kusurlarının bulunduğu, işveren vekili olarak
değerlendirilen davalı S..’ün % 5 oranındaki kusurunun davalı şirketin
kusurunun içinde değerlendirildiği yönünde tespit yapıldığı, Kurum müfettiş
yardımcısı tarafından düzenlenen 18.02.2015 tarihli inceleme raporunda da davalı
şirketin % 80, dava dışı sigortalının % 20 oranında kusurlu olduğu şeklinde
görüş bildirildiği görülmüştür. Öte yandan taksirle ölüme neden olmak suçundan
yapılan soruşturmada tanzim edilen 11.03.2015 tarihli raporda şirket müdürü U…
ile şirket yöneticisi S..ün işin yürütümü ve koordinasyonu ile ilgili görevleri
birlikte yürütmeleri nedeniyle asli, dava dışı sigortalının ise tali kusurlu
olduğu; ceza davasında alınan 15.11.2015 tarihli raporda ise şirket müdürü
U..’nın kusursuz, inşaat işinde yapılan çalışmaların sevk ve idaresinde
yürütüldüğü ve şantiye şefi olduğu belirtilen davalı S… ..’ün asli,
sigortalının da tali kusurlu olduğu şeklinde tespit yapıldığı, Ankara Batı 8.
Asliye Ceza Mahkemesinin 31.05.2016 tarihli ve 2015/.. esas, 2016/.. sayılı
kararı ile idari işler dışında sorumluluğu bulunmadığı değerlendirilen davalı
U…’nın beraatına, davalı S…’ün davalı şirket ortağı olmasının yanı sıra şantiye
şefi olması sebebiyle iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması noktasında
kusur ve sorumluluğunun bulunduğu gerekçesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
85/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca sonuçta 1 yıl 8 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verildiği, kararın itiraz edilmeksizin 27.06.2016 tarihinde kesinleştiği;
eldeki davada ilk derece mahkemesince davalı S…’ün işveren vekilliği sıfatı
kabul edilmeyerek davanın sadece davalı şirket hakkında kabulüne karar
verildiği anlaşılmıştır. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut
olay değerlendirildiğinde; tüm dosya kapsamına göre davalı Se…ün davalı işveren
şirketin çalışanı olması, işçilerin temini ve işyerinde yönlendirmeleri ile
ilgili görevinin bulunması ve çalışma ile ilgili talimatların bu davalı
tarafından verilmesi karşısında davalı S……’ün işveren vekili olduğu
değerlendirilerek davalı S..’e ait işyeri kayıt ve bilgileri getirtilerek ceza
dosyası ile eldeki davada yer alan deliller kapsamında kusur oran ve
aidiyetleri yeniden belirlenerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken
yerinde olmayan gerekçe ile önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır[5].
10. 271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) “Hükmün açıklanması ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinde sanığa yüklenen
suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan cezanın, iki yıl veya daha
az süreli hapis veya adlî para cezası olması durumunda mahkemece hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği belirtilmiş olup maddeye
göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir
hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder. CMK’nın 231. maddesinin devam eden
fıkralarında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi
için gerekli şartların neler olduğu düzenlenmiştir. Ceza hukukunda hükmün
açıklanmasının geri bırakılması, tıpkı seçenek yaptırıma çevirme ve erteleme
kurumlarında olduğu gibi hükmün ve cezanın bireyselleştirilmesine ilişkin
kurumlardan birisidir. Özellikle ilk defa suç işleyen kimselerin hemen
cezalandırılmasını ceza adaleti ile güdülen amaca uygun görmeyen kanun koyucu,
verilecek cezanın bireyselleştirilmesinde olduğu gibi kurulan hükmün açıklanıp
açıklanmayacağı konusunda da hâkime takdir yetkisi vermeyi uygun görmüştür.
Böylece hâkimin yetkisi arttırılarak bir şansa daha ihtiyacı olan sanıkların
durumlarının hâkim tarafından bir daha değerlendirilmesi imkânı getirilmiştir[6].
11. Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 03.02.2009 tarihli ve 2009/4-13 Esas, 2009/12 Karar ile 06.04.2010
tarihli ve 2010/2-76 Esas, 2010/77 Karar sayılı kararlarında da sanık hakkında
kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve
doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, denetim süresi içinde kasten yeni
bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, geri
bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının CMK’nın 223. maddesi
uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki
cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini
oluşturduğu, müessesenin yargılama kanununda düzenlenmiş bulunmasının kurumun
karma niteliğini değiştirmeyeceği vurgulanmıştır. Bilirkişi raporu üzerinden
verilen HAGB kararları askıda hüküm olsa bile kişi özgürlüğü ve hukuk güvenliği
açısından sakıncalar doğurmaktadır. Sanık veya sanıkların suç işlemedikleri
durumlarda gerçeği yansıtmayan bilirkişi raporlarına itiraz ederek maddi
gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamaları gerekir. Örneğin taksirle yaralama veya taksirle ölüme
nedenle suçlarında işin uzmanı olmayan bazı bilirkişilerin raporlarıyla verilen
HAGB kararları sanık veya sanıklar üzerinde baskı yarattığı gibi açılan hukuk
davaları açısından da bir dezavantaj yaratmaktadır.
12- Yargılama sistemimizde temyiz
yolu yalnızca hükümler bakımından kabul edilmiş olup CMK’nın 223. maddesinde
sınırlı olarak sayılan ve mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı,
güvenlik tedbirine, davanın reddi ve düşme kararları olarak belirtilen hüküm
çeşitleri arasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları yer
almadığından bu kararlar hüküm niteliğinde değildir[7]. Bu nedenle HAGB kararlarının
dayanağını teşkil eden bilirkişi raporlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadıkları
yani doğruluk derecesinin araştırılması mahkemenin görevi kapsamındadır.
Bilirkişi raporunun sorgulanmaması sorumluluğun devri kapsamında olup bu durum
hukuk güvenliği açısından çok önemli sakıncalar içermektedir. HAGB kararlarının
istinafa tabi hale gelmesi yönündeki düzenleme olması gereken hukuk açısından
olumlu bir gelişmedir. Mahkemenin başta bilirkişi raporları olmak üzere
dosyadaki tüm delilleri inceleyip maddi gerçeği ortaya koyduktan sonra HAGB
kararı vermesi gerektiği izahtan varestedir.
13- Uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye
erişim hakkına, Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca kanunla sınırlamalar
getirilebilecek olmakla birlikte, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna aykırı olmaması, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyet’in
gereklerine uygun olması, hakkın özünü zedelememesi, meşru bir amaç taşıması,
açık ve ölçülü olması gerekir (Anayasa Mahkemesi, Muammer Tatar, B. No:2014/819,
09.06.2016, § 37 vd.). Mahkemelerin ve savcılıkların bilirkişi raporuna endeksli
olması adalete erişimi engelleyecek boyuta gelmemelidir. Bilirkişi raporlarının ayrıntılı ve gerekçeli
olması şarttır. Bilirkişi raporlarına yönelik itirazların titizlikle
incelenmesi ve tarafları tatmin edecek bir değerlendirme yapılması gerekir.
14- Hâkimin
uzmanlık alanına girmeyen konularda çeşitli olgular veya tecrübe kurallarına
ilişkin bilgi aktarabilen ve ispata ilişkin sorunun değerlendirilmesinde
yargılama süjelerine yardımcı olan ve görüşüne başvurulan kişidir[8]. Mahkemece
hükme esas alınan bilirkişi raporunun dosya içeriğiyle uyumlu, ayrıntılı,
gerekçeli, denetime ve somut olayın özelliklerine uygun olması şarttır.
15-Bilirkişi raporu delil olmayıp delilleri
değerlendirme aracıdır. Bilirkişinin görevi uzmanlık gerektiren teknik ve
bilimsel konularda maddi gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan mahkemeyi
aydınlatmaktır[9].
Bilirkişi raporu şüpheleri ortadan kaldırdığı gibi tarafların iddia ve
savunmalarının doğruluk derecesini de ortaya koymaya yardımcı olmaktadır.
16.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin 1. fıkrasında, “Herkes, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”.
Anayasa’nın 138. maddesinin 4. fıkrasında ise “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümleri
bulunmaktadır. . Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmında ise “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır. Nitekim
Anayasa Mahkemesinin 11.09.2014 tarihli ve 29116 sayılı Resmî Gazete ‘de
yayımlanan 26.06.2014 tarihli ve 2013/1752 Başvuru numaralı kararında “…
Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak
arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri
olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti
bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak
arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı
ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda
hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır…” şeklinde adil
yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar
yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi bu
kararında ve başkaca birçok kararında hukuki güvenlik ilkesinin hukuk
devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre
hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır.
Hukuki güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan
güvenine saygılı davranması, bu güveni boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması
gerekir. Başka bir anlatımla hukuk
devletinin hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını
önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi
anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güven
sağlamalıdır. Bu güvenin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi
koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. Kanunları uygulama
durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere bu ilke ile bağlı
olduğu da açıktır[10].
Yargılamaların bilirkişi raporuna endeksli olmaması maddi gerçeğin
araştırılması esastır. İddia, savunma ve ilgili mevzuat üzerinden bir cümlelik
sözde bilirkişi raporları ile hüküm kurulması adil yargılama hakkının ihlali
niteliğindedir. Taraflara bilirkişi raporundaki bulgulara diyeceklerinin
sorularak bilirkişi raporunun somut olaydaki gerçekliği araştırılmalıdır. Bilirkişi
raporları arasındaki varsa çelişkilerin giderilmesine yönelik yeni bilirkişi
raporu alınmalı ve çelişkileri yaratan bilirkişilerin uzmanlıklarının inceleme
konusu yapılması gerekir.
17.
Bilirkişilerin yapılacak işin uzmanı olup olmadığı, bilirkişilik sistemine
kayıtlı olup olmadıkları, yemin edip etmedikleri, taraflar ile bağlantılı olup olmadıkları
incelenmelidir.
18.
Bilirkişilere tarafların itiraz etmesi halinde taraflarında üzerlerinde
anlaşabilecekleri diğer bir ifadeyle, itiraz edilemeyecek bilirkişilerin
atanmaması adil yargılama hakkının ihlali niteliğindedir.
19. Bilirkişi raporlarının bilimsel verilerden
yoksun olup olmadığı araştırılmalıdır. Gerektiğinde
dosyaya sunulan uzmanlık mütalaaları üzerinden yeniden bilirkişi raporu
alınmalıdır.
20.
Mahkemenin tanık beyanları ve delilleri değerlendirmeksizin salt bilirkişi
raporlarıyla hüküm kurması maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına hizmet etmediği
için adil yargılanma hakkı ihlal edilmektedir.
21. Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel
veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine
yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar
verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin
gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye
başvurulamaz. Hukuk
öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu
belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.(HMK m. 266). Hukuk
sistemimizin bilirkişiye endeksli olduğu göz önüne alındığında hukukçuların
bilirkişi olmalarında hukuki ve fiili yarar bulunmaktadır. Uygulamada
bilirkişiden aslında yargıdaki iş yükünün sonucu olarak bir anlamda dosyadaki
veriler ışığında hukuki ve teknik bir görüşte bulunulması istenilmektedir. Olması
gereken hukuk açısından hâkimin bilirkişi raporunu denetleyebilecek bir
uzmanlığının da olması gerekir.
22. Mahkeme, bilirkişi
olarak, yalnızca bir kişiyi görevlendirebilir. Ancak, gerekçesi açıkça
gösterilmek suretiyle, tek sayıda, birden fazla kişiden oluşacak bir kurulun
bilirkişi olarak görevlendirilmesi de mümkündür (HMK m. 266). Olması gereken
hukuk açısından birden fazla bilirkişinin tayin edildiği hallerde tek bir
bilirkişi raporunun düzenlenmesi tüm bilirkişilerin aynı noktada buluşmasının
bilirkişilerin birbirlerini yönlendirebileceği riskini barındırmaktadır. Her
bilirkişinin kendi uzmanlık alanı ile ilgili olarak ayrı ayrı bilirkişi raporu
düzenlemesi gerekir.
23. Bilirkişiler, bölge adliye mahkemelerinin
yargı çevreleri esas alınmak suretiyle bilirkişilik bölge kurulu tarafından
hazırlanan listede yer alan kişiler arasından seçilir. Ancak kendi bölge
listesinde ilgili uzmanlık alanında bilirkişi olmasına rağmen diğer bir
bölgedeki bilirkişinin, görevlendirme yapılan yere daha yakın bir mesafede
bulunması durumunda, bu listeden de görevlendirme yapılabilir. Bölge kurulunun
hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi
bulunmaması hâlinde, diğer bölge kurullarının listelerinden; burada da
bulunmaması hâlinde, Bilirkişilik Kanununun 10 uncu maddesinin (d), (e) ve (f)
bentleri hariç birinci fıkrasında yer alan şartları da taşımak kaydıyla
listelerin dışından bilirkişi görevlendirilebilir. Listelerin dışından
görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir. Kanunların görüş bildirmekle yükümlü kıldığı kişi ve kuruluşlara
görevlendirildikleri konularda bilirkişi olarak öncelikle başvurulur. Ancak kamu görevlilerine, bağlı
bulundukları kurumlarla ilgili dava ve işlerde, bilirkişi olarak görev
verilemez. Örneğin YÖK’e karşı açılan davalarda YÖK bünyesinde çalışan
profesörlerin bilirkişi olarak atanması adil yargılama hakkının ihlali olarak
değerlendirilmelidir.
24. Hukukta bilirkişilik görevinin kapsamı HMK’nın 269. maddesinde şöyle
düzenlenmektedir; Bilirkişilik görevi, mahkemece yapılan
davete uyup tayin edilen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmayı, yemin etmeyi
ve bilgisine başvurulan konuda süresinde oy ve görüşünü mahkemeye bildirmeyi
kapsar. Geçerli bir özrü olmaksızın
mahkemece yapılan davete uyup, tayin edilen gün ve saatte mahkemede hazır
bulunmayan yahut mahkemeye gelip de yemin etmekten veya süresinde oy ve görüş
bildirmekten kaçınan bilirkişiler hakkında, tanıklığa ilişkin disiplin
hükümleri uygulanır ve durum bilirkişilik bölge kuruluna bildirilir. Bilirkişilik
görevini gereği gibi yapmamanın müeyyidesi TCK’nın 257. Maddesinde şöyle
düzenlenmektedir; Kanunda ayrıca suç
olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller
dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin
mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir
menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Ancak gerçeğe aykırı
bilirkişilik yapmanın müeyyidesi TCK’nın 276. Maddesinde ayrıca
belirtilmiştir. Yargı mercileri veya suçtan dolayı kanunen
soruşturma yapmak veya yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip bulunan
kişi veya kurul tarafından görevlendirilen bilirkişinin gerçeğe aykırı
mütalaada bulunması halinde, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur. TCK’nın 277. maddesinde de
bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs suçu düzenlenmiş olup bilirkişiyi hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi,
iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Teşebbüs
iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla
kadardır.
25. Bilirkişilik görevini kabulle yükümlü olanlar HMK m. 270’de şu şekilde düzenlenmiştir. (1) Aşağıda sayılmış olan kişi ya da kuruluşlar, bilirkişilik görevini
kabulle yükümlüdürler: a) Resmî bilirkişiler ile 268 inci maddede belirtilmiş
bulunan listelerde yer almış olanlar. b) Bilgisine başvurulacak konuyu
bilmeksizin, meslek veya zanaatlarını icra etmesine olanak bulunmayanlar)
Bilgisine başvurulacak konu hakkında, meslek veya sanat icrasına resmen yetkili
kılınmış olanlar. (2) Bu kişiler, ancak tanıklıktan çekinme sebeplerine veya
mahkemece kabul edilebilir diğer bir sebebe dayanarak, bilirkişilikten
çekinebilirler.
26. Listelere kaydedilmiş
kişiler arasından görevlendirilmiş olan bilirkişilere, bilirkişilik bölge
kurulu veya bulunduğu yer il adli yargı adalet komisyonu huzurunda,
“Bilirkişilik görevimi sadakat ve özenle, bilim ve fenne uygun olarak, tarafsız
ve objektif bir biçimde yerine getireceğime, namusum, şerefim ve kutsal
saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ederim.” şeklindeki sözler,
tekrarlattırılmak suretiyle yemin verdirilir. Bu bilirkişilere,
görevlendirildikleri her dava veya işte ayrıca yemin verdirilmez; sadece
görevlendirme yazısında, bilirkişilere önceden etmiş bulundukları yemine bağlı
kalmak suretiyle oy ve görüş bildirmek zorunda oldukları hususu hatırlatılır.
Listelere kaydedilmemiş olan kişiler arasından bilirkişiler görevlendirilmişse,
kendilerine, görevlendiren mahkemece, huzurda, göreve başlamadan önce, birinci
fıkrada belirtilen şekilde yemin verdirilir. Yemine ilişkin tutanak, hâkim,
zabıt kâtibi ve bilirkişi tarafından imzalanır. Yemin verdirilmemiş bilirkişinin raporu hükme esas alınamaz.
27. Bilirkişinin görevini yapmaktan yasaklı olması ve reddi HMK’nın 272. maddesinde
şöyle düzenlenmektedir: (1) Hâkimler hakkındaki yasaklılık
ve ret sebepleriyle ilgili kurallar, bilirkişiler bakımından da uygulanır.
Ancak, bilirkişinin, aynı dava veya işte daha önceden tanık olarak dinlenmiş
bulunması, bir ret sebebi teşkil etmez. (2) Hâkimler hakkındaki yasaklılık
sebeplerinden biri, bilirkişinin şahsında gerçekleşmişse, mahkeme, hüküm
verilinceye kadar, her zaman bilirkişiyi resen görevden alabileceği gibi,
bilirkişi de mahkemeden, görevden alınma talebinde bulunabilir. (3) Ret
sebeplerinden birinin bilirkişinin şahsında gerçekleşmesi hâlinde taraflar,
bilirkişinin reddini talep edebileceği gibi, bilirkişi de kendisini
reddedebilir. Ret talebi veya bilirkişinin kendisini reddetmesinin, ret
sebebinin öğrenilmesinden itibaren en geç bir hafta içinde yapılmış olması
şarttır. Ret sebeplerinin ispatı için, yemin teklif edilemez. (4) Görevden
alınma, ret ve bilirkişinin kendisini reddetmesine yönelik talep, bilirkişiyi
görevlendiren mahkemece dosya üzerinden incelenir ve karara bağlanır. Kabule
ilişkin kararlar kesindir. Redde ilişkin kararlara karşı ise ancak esas
hakkındaki kararla birlikte kanun yoluna başvurulabilir. Bilirkişi atanmasına itiraz edilmesi halinde artık itiraz edilen
bilirkişinin görüşü tarafsızlığını koruyamayacağı için adaletin tecellisi
açısından başka bir kişinin bilirkişi olarak atanması gerekir. Davacının veya
davalının tanıdığı ve aralarında husumet bulunan kişilerin bilirkişi olarak
tayin edilmesi hukuken kabul edilemez bir durum olup adil yargılama hakkının
ihlali niteliğindedir.
28. Bilirkişinin görev süresi HMK’nın 274. maddesinde şöyle düzenlenmektedir:
(1) Bilirkişi raporunun
hazırlanması için verilecek süre üç ayı geçemez. Bilirkişinin talebi üzerine,
kendisini görevlendiren mahkeme gerekçesini göstererek, süreyi üç ayı geçmemek
üzere uzatabilir. Ancak basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde bu
süreler iki ay olarak uygulanır. (2) Belirlenen süre içinde raporunu vermeyen
bilirkişi görevden alınıp, yerine bir başka kimse, bilirkişi olarak
görevlendirilebilir. Bu durumda mahkeme, görevden alınmış olan bilirkişiden,
görevden alındığı ana kadar yapmış olduğu işlemler hakkında açıklama yapmasını
talep eder ve ayrıca bilirkişinin dizi pusulasına bağlı bir biçimde görevi
sebebiyle incelenmek üzere kendisine teslim edilmiş bulunan dosya ve eklerini
mahkemeye hemen tevdi etmesini ister. Ayrıca hukuki ve cezai
sorumluluğuna ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, bilirkişiye ücret ve
masraf adı altında hiçbir ödeme yapılmamasına karar verilebilir ve gerekçesi
gösterilerek gerekli yaptırımların uygulanması bilirkişilik bölge kurulundan
talep edilir.
29. Bilgisine başvurulan bilirkişi, kendisine
tevdi olunan görevin, uzmanlık alanına girmediğini, inceleme konusu maddi
vakıaların açıklığa kavuşturulması ve tespiti için, uzman kimliği bulunan başka
bir bilirkişi ile işbirliğine ihtiyaç duyduğunu veya görevi kabulden
kaçınmasını haklı kılacak mazeretini bir hafta içinde görevlendirmeyi yapan
mahkemeye bildirir. Bilirkişi, incelemesini
gerçekleştirebilmek için, bazı hususların önceden soruşturulması ve tespiti ile
bazı kayıt ve belgelerin getirtilmesine ihtiyaç duyuyorsa, bunun sağlanması
için, bir hafta içinde kendisini görevlendiren mahkemeye bilgi verir ve talepte
bulunur(HMK. 275).
30. Bilirkişi, mahkemece kendisine tevdi olunan görevi bizzat yerine getirmekle
yükümlü olup, görevinin icrasını kısmen yahut tamamen başka bir kimseye
bırakamaz(HMK. 275). Bilirkişilik görevi kısmen veya tamamen devredilemez. Bilirkişinin
raporu yanında çalışanlara hazırlatması görevi kötüye kullanma suçunu
oluşturmaktadır.
31.Bilirkişinin sır saklama yükümlülüğü bulunmakta olup bilirkişi, görevi
sebebiyle yahut görevini yerine getirirken öğrendiği sırları saklamak, kendisi
ve başkaları yararına kullanmaktan kaçınmakla yükümlüdür. Bilirkişinin sır saklama yükümlülüğüne aykırı davranması hem cezai hem
de idari soruşturmayı gerektirmektedir.
32. Bilirkişi, görevini, mahkemenin sevk ve idaresi altında yürütür. Bilirkişi,
görev alanı veya sınırları hakkında tereddüde düşerse, bu tereddüdünün
giderilmesini, her zaman mahkemeden isteyebilir. Bilirkişi, incelemesini gerçekleştirirken ihtiyaç duyarsa, mahkemenin
de uygun bulması kaydıyla, tarafların bilgisine başvurabilir. Taraflardan
birinin bilgisine başvurulacağı hâllerde, mahkemece bilirkişiye taraflardan
biri bulunmaksızın diğerinin dinlenemeyeceği hususu önceden hatırlatılır.
Bilirkişinin oy ve görüşünü açıklayabilmesi için bir şey üzerinde inceleme
yapması zorunlu ise mahkeme kararı ile gerekli incelemeyi yapabilir. Bu işlemin
icrası sırasında taraflar da hazır bulunabilir. Bilirkişinin mahkemeden habersiz taraflar veya vekilleri ile iletişime
geçmemesi gerekir.
33. (1) Mahkeme,
bilirkişinin oy ve görüşünü yazılı veya sözlü olarak bildirmesine karar verir.
(2) Raporda, tarafların ad ve soyadları, bilirkişinin görevlendirildiği
hususlar, gözlem ve inceleme konusu yapılan maddi vakıalar, gerekçe ve varılan
sonuçlarla, bilirkişiler arasında görüş ayrılığı varsa, bunun sebebi,
düzenlenme tarihi ve bilirkişi ya da bilirkişilerin imzalarının bulunması
gerekir. Azınlıkta kalan bilirkişi, oy ve görüşünü ayrı bir rapor hâlinde de
mahkemeye sunabilir.(3) Mahkeme, bilirkişinin oy ve görüşünü sözlü olarak
açıklamasına karar verirse, bilirkişinin açıklamaları tutanağa geçirilir ve
tutanağın altına bilirkişinin de imzası alınır. Kurul hâlinde görevlendirme söz
konusu ise bilirkişilerin bilgilerine başvurulan hususu hemen aralarında müzakere
etmelerine imkân tanınır ve müzakere sonucunda açıklanan oy ve görüş, tutanakla
tespit edilip; tutanağın altı, bilirkişilere imza
ettirilir.(4) Bilirkişi, raporunda ve sözlü açıklamaları sırasında
çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama
yapamaz; hâkim tarafından yapılması gereken hukuki nitelendirme ve
değerlendirmelerde bulunamaz (HMK . 279).
34. Bilirkişi raporuna itiraz HMK’nın 281. maddesinde şöyle düzenlenmiştir; (1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden
itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye
tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin
açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden
talep edebilirler. Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde
hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir
çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa,
sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki
haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir.(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin
tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni
sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin
edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden
isteyebilir.(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için
gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme
de yaptırabilir. Mahkemenin yapacağı inceleme üzerine bilirkişinin görevini gereği gibi
yapmadığını veya gerçeğe aykırı bilirkişilik yaptığını belirlemesi halinde
bilirkişi hakkında suç duyurusunda bulunması gerekir. Bilirkişilik önemli bir
görev olup yasaya aykırı bilirkişilik yapanların cezasız kalması bilirkişilerin
yeni suç işlemelerini sağlayacağından bu konuda mahkemelerin titizlikle
davranması hukukun gelişmesi ve adaletin sağlanması için şarttır.
35. Hâkim, bilirkişinin oy
ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir. Mahkeme kararlarının bilirkişi raporuna
endeksli olması hukuki sakıncalar içermektedir. Bilirkişi raporlarına
itiraz gerekçeleri titizlikle değerlendirilmelidir. Bilirkişi raporu hiçbir
zaman tek başına delil olarak kabul edilemez. Bilirkişilerin temel eğitim alsalar bile herhangi bir sınava
girmeksizin bilirkişi oldukları gözden uzak tutulmamalıdır. Akademik unvanların
da genellikle tek başına bilirkişilikte yeterli olmadığı uygulamada gözlemlenmektedir.
Önemli olan yapılacak işin uzmanı olup saha tecrübesinin mevzuat ile
birleşmesinin gerekliliğidir.
36.
Ceza hukukunda bilirkişinin
özel ve teknik konularda mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından atandığı
dikkate alındığında, bilirkişi raporunun teknik olarak yetersiz olması veya
bilirkişi raporunun dosya içeriğiyle örtüşmemesi hallerinde, mahkeme veya
Cumhuriyet savcısı tarafından yeni bir bilirkişiden yeni bir bilirkişi raporu
talep edilebilir. Cumhuriyet savcısı veya mahkeme yeniden bilirkişi incelemesi
yaptırabileceği gibi, dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporunda eksiklik
veya çelişki görülmesi hâlinde, aynı
bilirkişiden de ek rapor alabilir[11].
Cenk Ayhan APAYDIN
Avukat-Yazar
|
cezahukukubilinci.org
[1] Avrupa Yargı Sistemleri Adaletin Etkinliği
ve Kalitesi 2014 Cepej Raporu’nun Bilirkişilik ile İlgili Bölümü(çev: Erdem
İzzet Külçür), Karşılaştırmalı Güncel Ceza Hukuku Serisi, “Ceza Muhakemesinde Bilirkişilik “, C:16, Ankara, 2015, 41.
[2] Şahin, Cumhur ,“Ceza Muhakemesinde
Bilirkişi Atanması ve Zorunlu Bilirkişilik”,
TBB, Bilirkişi Sempozyumu, 9-10 Kasım, Samsun, 2001, .205-206.
[3]
YHGK’nun
25.06.2025 tarihli, 2024/10-166 esas ve 2025/396 sayılı kararı ((UYAP isimli
Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[4]
YHGK’nun
25.06.2025 tarihli, 2024/10-166 esas ve 2025/396 sayılı kararı ((UYAP isimli
Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[5]
YHGK’nun
25.06.2025 tarihli, 2024/10-166 esas ve 2025/396 sayılı kararı ((UYAP isimli
Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[6]
YHGK’nun
25.06.2025 tarihli, 2024/10-166 esas ve 2025/396 sayılı kararı ((UYAP isimli
Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[7]
YHGK’nun
25.06.2025 tarihli, 2024/10-166 esas ve 2025/396 sayılı kararı ((UYAP isimli
Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[8] Yıldız, Ali Kemal “Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik”, Erzincan Üniversitesi
HFD, C. X, S. 3-4, Erzincan 2006, 273.
[9] Yargıtay 1.CD., 01.03.1991 tarihli ,
391/559 sayılı kararı (akt- Ünver/Hakeri, 254).
[10]
YHGK’nun
12.03.2025 tarihli, 2023/10-970 esas ve
2025/118 sayılı kararı ((UYAP isimli
Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[11] Handan Yokuş Sevük, “Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik”, İHFM, C. LXIV, S. 1, İstanbul, 2006, 96.