Kast somut olayın özelliklerine ve bu özellik
içindeki ayrıntıların niteliklerine göre tespit edilmelidir. Kasta yüklediğimiz
anlamın temelindeki beklenti failin bir zarar ve tehlikeyi gerçekleştirmek için
hazırlıklara başladığını ve tam olarak planladığı şekilde gerçekleşmesi için
çaba göstermesi durumu bulunmaktadır[1].
Failin
kastının tespiti için amacını elde etmek amacıyla gösterdiği çabaların
araştırılarak, fail ile mağdurun ilişkisi, failin kullandığı vasıtanın
niteliği, darbelerin sayısı ve yöneldiği bölge failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları olayın yeri ve zamanı faili suç
işlemeye sevk eden sebepler ile suçun işlenmesine gerekçe olarak ileri sürülen
her şekil muhtemel hakkı sebepleri ve mazeretleri hayatın olağan akışı
içerisinde değerlendirerek failin zihnindeki resmi ortaya çıkarmaya çalışmak
gerekmektedir. Çünkü kasıtlı suçlarda failin zihninde istediği sonucun nasıl
gerçekleşeceği konusunda adeta zihinsel bir resim mevcuttur. Ceza hukukun da
sanığın suç işleme kararını alırken zihninde geçirdiği aşamaları kavramak ve
sanığın gerçekleştirdiği eylemden neyi amaçladığı tespit ispat hukukuna ilişkin
bir sorun olduğundan muhakeme hukuku ile ilgili olup, insanların ruh
durumlarını doğrudan bilemeyeceğimizden onları tanımak için elle tutulur
verilere dayanmamız gerekmektedir. Gerçekte kast, somut olaylarda
harici delillerle yani tanık anlatımları, bilirkişi raporları, şikâyetçinin
ifadeleri, kamera kayıtları, olay yeri krokileri ve inceleme raporları bilimsel ve
teknik bulgularla tespit edilebileceği gibi harici
delillerden tamamen bağımsız olan kanıtla örneğin itiraf yoluyla da tespit
edilebilir[2].
Kastın tespiti için, olay anında failin vermiş olduğu eylem kararının niteliksel karakteri ile bu olgunun
ispatında kullanılan kanıtları birbirinden ayrıştırarak değerlendirmemiz
gerekir. Örneğin, “failin kişiliği” emaresi, kastın tespitinde kullanılabilir bir
kanıt olabilir ama bu kavram, kastın maddi içeriğine dâhil olamaz. Bu durumda,
objektif niteliği haiz emarelerin yanı sıra sübjektif niteliği ortaya koyabilecek emareler de kastın
ispatında kullanılmalıdır.
Bunlara örnek olarak, eylem öncesi ve sonrasındaki tavrı, failin gençliği,
profesyonelliği, zihni durumu, algılamada eksiklik yaşayıp yaşamadığı, risk
karşısındaki kişisel tavrı, mağdur ve fail arasındaki duygusal bağ vb. kanıtlar
sıralanabilir. Asıl önemli olan, uygulamacının bu kanıtları kataloğa
dönüştürmekten ziyade onları her somut olayda yeri geldiğinde incelemiş
olmasıdır[3].
Ceza yargılamasında amaç,
maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın ortaya çıkarılmasıdır[4].
Ceza muhakemesi, maddi sorunun çözülmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasını ve ardından hukuki sorunun çözüme kavuşturulmasını amaçlamaktadır[5].
Ceza hukuku sistemimizde maddi
gerçeği ortaya çıkarılması için delil serbesti ve delillerin serbestçe takdiri esas
alındığında kural olarak hâkimin somut olayı özelliklerine ve eldeki delillere
göre kastı tespit etmesi gerekmektedir. Hâkimin kastın hangi suça yönelik
olduğu hususunda veya suç kastının olup olmadığı hususunda kesin bir yargıya
ulaşamaması halinde “şüpheden sanık yararlanır”, ilkesi uygulanır. Şüpheden
sanığın yararlanacağı ilkesi, masumiyet karinesinin uzantısı olan evrensel bir
kuraldır. Bu ilke, ceza yargılamasında ispat konusunda bir husus şüpheli kaldığında
sanık lehine sonuç çıkarmayı ve karar vermeyi gerekli kılan bir prensiptir.
Buna göre, sanığın mahkûm edilmesi için, suçluluğu konusunda yargıca yüzde yüz
kanaat gelmesi şarttır[6].
Örneğin, failin eyleminin adam öldürmeye yönelik olduğu saptanmıyorsa failin
yaralama kastıyla hareket ettiği
kabul edilmelidir. Ancak uygulamada delil toplama tekniklerinin yetersizliği,
delil toplamakta görevli araştırma ve soruşturma organlarının teknik ve donanım yetersizliği nedeniyle yeterince
delil toplanamamakta olup kastın belirlenmesinde olayı yargılayan hâkimin bakış
açısına göre “şüpheden sanık yararlanır”, ilkesi uygulandığı gibi, ”şüpheden
iddia güçlenir” şeklinde hukuksal bir temeli olmayan fiili bir uygulamaya yol
açılmıştır. Oysa olayı yargılayan hâkimin sanığın kastını tespit için maddi
gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik her türlü delil ve verilerin hukuka uygun
yöntemlerle toplanarak mahkemeye sunulması gerekmekte olup, mahkemeyi yetersiz
soruşturma ve delillerle baş başa bırakarak sanığın kastının tespiti ceza
hukukuna itibar sağlamayacağı gibi toplumun ceza adaletine olan güvenini
ortadan kaldıracaktır. Şüphesiz ki, kast ceza hukukunun en önemli kavramlarından biri
olup, yukarıda Yargıtay’ın sanığın kastını belirlerken belli suç tiplerine
yönelik belli ölçütlere göre suç kastını tespit ettiği, ancak bazı ölçütlerin
değişen olayın özelliklerine göre kasta farklı anlamlar yüklediği görülmüştür.
Suç kastının tespitinin
sağlıklı ve etkin bir şekilde yapılarak ceza adaletinin sağlanarak toplum
düzenini koruma ve insanların güvenli bir hukuk devletinde yaşamaları için
Cumhuriyet savcıları, ceza hâkimlerinin niteliklerinin ve niceliklerinin
arttırılması, hâkim ve savcı bağımsızlığı ile teminatının sağlanarak
kurumsallaştırılması gerekmektedir. Ayrıca gerçek bir adli kolluk sisteminin oluşturularak, adli kolluk
içerisinde hukuk, maliye, bilişim ve iletişim uzmanları istihdam edilerek,
fizikçi, biyolog ve kimyacı adli tıp uzmanlarının nitelik ve niceliklerinin
arttırılmalıdır. Özellikle adli kolluk görevlileri ile adli tıp uzmanlarının
cumhuriyet savcılarının koordinesinde işbirliği içinde hareket etmesi adil,
hızlı ve etkin soruşturmaların yapılması için şarttır. Delil toplama tekniklerinin geliştirilerek, parmak
izi ve DNA bankalarının kurulması, kamuya açık belli alanlarda kamera
görüntülerinin kaydedilerek, hukuka uygun bir şekilde araştırılıp, soruşturma ve kovuşturma organlarınca kullanılarak, failin suç kastının
olup olmadığı veya suç kastının hangi suça yönelik olduğunun soruşturma
aşamasından başlayarak titiz bir çalışma ile her somut olayın özelliklerine
göre değerlendirilmesi gerekmektedir[7].
Yargıtay kararlarının
içeriğinden anlaşıldığı üzere, adam öldürmeye teşebbüs veya kasten yaralama suçları açısından kastın tespiti için kural düzeyindeki ölçütler değil, olayın
özelliklerine ve bu özellik içindeki ayrıntıların niteliklerine göre
değerlendirmenin yapılması gerekmektedir. Failin eyleminde, öldürme veya yaralama
kastının varlığını tespit
için araştırılması gereken koşullar şunlardır. Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı öldürmeyi
gerektirir bir husumet bulunup bulunmadığı, olayda kullanılan suç
aletinin öldürmeye elverişli olup olmadığı, mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti, darbelerin vurulduğu bölgenin
hayati önem taşıyıp taşımadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel
bir nedenden dolayı mı son verdiği, olay sonrası failin mağdura yönelik davranışları, failin
saiki ve kullanılan vasıtanın kullanış biçimi dikkate alınarak saptanmalıdır.
YCGK’nin yeni tarihli bir
kararına göre, failin kastının belirlenmesinde başvurulan ölçütlerden hepsinin,
öldürme kastını ortaya koyacak
şekilde aynı olayda gerçekleşme zorunluluğu yoktur. Ölçütlerden sadece
birisinin gerçekleştiği durumda, failin kastının insan öldürmeye yönelik
olduğu; buna karşılık ölçütlerden çoğunun gerçekleştiği durumlarda failin
kastının yaralamaya yönelik olduğu söylenebilir. Örneğin, mağdura karşı bıçakla
birden fazla darbede bulunulması ve tarafların arasında daha önceden bir
husumetin bulunması halinde şayet darbe, mağdurun hayati bölgesine vurulmamışsa
veya mağdurun hayati bölgesine karşı hareket etmesine rağmen, öldürmeye
elverişli bir aletle saldırı söz konusu değilse öldürme kastından değil,
yaralama kastından
bahsedilebilecektir. Bu açıdan esas olan, somut olayın özelliğidir. Hâkim,
yukarıda sayılan şartlar çerçevesinde karar tesis ederken ‘şüpheden sanık
yararlanır’ ilkesini de gözetmeli ve sanıkların öldürme kastı ile hareket
ettiği hususunda tereddüt yaşadığı halde kasten yaralama hükümlerini uygulamalıdır[8].
İnsan öldürmeye teşebbüs veya kasten yaralama suçları açısından kastın tespiti için, yukarıda belirtilen emarelerin teker
teker ve daha sonra da eylemin bir bütün olarak değerlendirilmesi
gerekmektedir. Gerçekten failin kastı, akla uygun ve gerçekçi olarak hayatın
olağan akışı içerisinde, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden
kanıtlardan veya kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya
çıkarılmalıdır. Her olayda eylemin oluş biçimine ve oluşa göre
değerlendirilebilecek bir durumu, kural düzeyinde düşünmek, mantığa ve hukuka
aykırıdır[9].
Örneğin, failin suç işlerken birden fazla ateş etme olanağı varken tek atışla
suçu işlemesi halinde eylemin silahla yaralama olarak nitelendirilmesi hukuka
aykırıdır. Çünkü fail öldürücü nitelikteki bir silahla, yakın mesafeden görüp
hedef seçerek, hayati bölgeye yönelik ve hayati tehlike oluşturacak biçimde bir kez bile ateş etmesi
eyleminde, başka atış ve eski husumet olmaması öldürme kastını ortadan kaldırmaz.
Eylemin kasten yaralama mı yoksa kasten insan öldürmeye teşebbüs mü olduğunun
somut olayın özeliklerine göre belirlenmesi gerekir[10].
Yargıtay’ın
kastın belirlenmesine ve netice sebebiyle ağırlaşmış suç kavramına ilişkin bir
kararında şöyle denilmektedir: “Ceza
muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan
delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili
cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu
düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı
CMK; adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi
gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün
delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle
adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet
edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü
içermektedir. “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesinin
4. fıkrası ise suç ve karar tarihindeki hâli ile; “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin
birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan on iki yıla kadar, üçüncü
fıkrasına giren hallerde ise on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur”, şeklinde iken 15.04.2020 tarihli ve 31100 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle, bu fıkrada
yer alan “on altı” ibaresi “on sekiz” şeklinde değiştirilmiş, TCK’nın 87.
maddesinin 4. fıkrası “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse,
yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan on iki yıla
kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise on iki yıldan on sekiz yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Konuya ilişkin
TCK’nın 87. maddesinin gerekçesinde ise; “Dördüncü fıkrada, kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmiş olması hâline
ilişkin hükme yer verilmiştir. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bu kasten yaralama
hâllerinde, failin bu ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için, ‘Genel
Hükümler Kitabı’nda yer alan netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara ilişkin
hükümler, burada da geçerlidir” açıklamasına yer verilmiştir. 765 sayılı TCK’de
objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer
verilmiş iken, 5237 sayılı TCK’de objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir.
Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde,
bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu
tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır
(İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161). 765 sayılı
TCK’deki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’de haksızlığın bir
gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış
suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı
TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir
kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın “Netice sebebiyle
ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi;
“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya
başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı
sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket
etmesi gerekir” şeklindedir.
Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde,
kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde,
sorumlu tutulabilmesi için netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş
olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle
bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu
olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu
tutulması için yeterli olmayacaktır. Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış
suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek
olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu
kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin
hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup,
gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış
suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin
hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de
farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice
dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza
ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi,
görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir (Hamide Zafer, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası, İstanbul 2015, s. 286 vd; Mehmet Emin
Artuk, Ahmet Gökcen, A. Caner Yenidünya, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, Ankara
2009, c 3, s. 2484 vd.). 5237 sayılı TCK’nın 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan
neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler
arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nın 87. maddenin 4.
fıkrasına göre, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCK’nın 86. maddesinin 1. fıkrası veya
1. fıkrası ile birlikte 3. fıkrası kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da
ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak şartıyla faile
belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir.
Kasten
yaralama sonucu mağdurun ölmesine ilişkin TCK’nın 87.
maddesinin 4. fıkrasının uygulanması için;
a. Failin yaralama kastı ile
hareket etmesi,
b. Mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci
fıkrası kapsamında yaralanmış olması veya 86. maddenin birinci fıkrası
kapsamındaki yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle
gerçekleştirilmesi,
c. Failin eylemi
ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,
d. Failin meydana gelen ölüm sonucuna ilişkin en
az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması,
şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir. Buna göre, fail mağduru yaralamak
amacıyla hareket etmeli, mağdurun yaralanacağını bilmeli ve bu sonucu
istemelidir. Bununla
birlikte fail mağdurun yaralanmasını değil de, ölmesini istemiş ve ölüm meydana
gelmiş ise bu durumda kasten öldürmeden sorumlu tutulacaktır. Madde metnine
göre faile verilecek ceza belirlenirken kasten yaralama suçunun düzenlendiği TCK’nın 86. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkralarına yollama yapılmıştır. O hâlde, mağdurun basit bir
tıbbi müdahale ile giderilebilecek dereceden daha ağır şekilde yaralanması
gerekmektedir. Anılan maddenin 2. fıkrasında karşılığını bulan basit bir tıbbi
müdahale ile giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda 87. maddenin
4. fıkrası uygulanamayacaktır. Üçüncü şart olarak mağdurun ölmesi ve failin
eylemi ile mağdurun ölümü arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
Son olarak, failin meydana gelen bu ölüm sonucundan, en az taksir derecesinde
bir kusurunun bulunması gerekir. Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Kasten
öldürme” başlığı altında 81. maddesinde
düzenlenen suçun manevi unsuru öldürme kastı iken, 87. maddesinin 4. fıkrasına düzenlenen
yaralama sonucunda ölüme neden olma suçunun manevi unsuru yaralama kastıdır. O hâlde, kasten öldürme suçu ile
kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçu arasındaki ayırıcı ölçütlerden en
önemlisi manevi unsur farklılığı olacaktır. Suçun vasıflandırılması için failin
kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğu büyük önem
taşımaktadır. 5237 sayılı TCK’nın 21/1. maddesine göre, suçun kanuni
tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin
iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara
bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve
olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.
İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen
kararlarında açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü,
yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesinde; fail ile mağdur arasında husumet bulunup bulunmadığı, varsa husumetin nedeni ve
derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve
şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve
nicelikleri, hedef seçme imkânı olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden
mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas
alınmalıdır. Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken
ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele
alınması gerekmektedir. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık T..’ın, tanık A…a
ait lokalde çalıştığı, itfaiye memuru olan maktul.. in aynı zamanda bu lokalin
yakınlarında kahvehane işlettiği, sanık T.. ile maktul Ç..in birbirlerini
tanıdıkları, olay tarihinden 3 gün önce saat 01.30 sıralarında maktul C..’ın
alkollü bir şekilde tanık A..’e ait lokale geldiği, tanık A…’in o tarihlerde il
dışında tatilde olduğu, o sırada içeride temizlik yapan sanık T…’ın lokalin
kapısının kilitlediği, maktul C…’ın içeride bulunanlardan lokalin kapısını açmalarını
istediği ancak sanık T…’ın maktule alkollü olarak mekâna giremeyeceğini
söyleyerek kapıyı açmadığı, bunun üzerine maktulün lokalin kapısını tekmelediği
ve camına taş attığı, sonrasında maktul C…’ın, sanık T…ve tanık A…’e
küfrettiği, seslerin yükselmesi üzerine lokalde bulunan tanık R…’ın aşağı
inerek maktul C…’ın yanına gittiği, burada taraflar arasında tartışma yaşandığı
ancak tarafların şikâyetçi olmamaları nedeniyle herhangi bir adli işlem
yapılmadığı, maktul C… ile sanık T… arasında bu olay nedeniyle bir anlaşmazlık
bulunduğu, sanık T..’ın 16.08.2015 tarihinde saat 23.00 sıralarında lokali
kapattıktan sonra eşine sigara almak için Ç… Büfe’ye giderken maktul C…’in
sanık T…’ı görmesi üzerine sanığa “Gel” şeklinde işaret yaptığı, sanık T…’ın da
birkaç gün önce yaşanan olayı konuşmak amacıyla maktulün yanına gittiği, maktul
C..’ın sanığın koluna girerek “Ben iki tane bira alacağım, arkada Kordon’da
konuşacağız” dediği ve sanık T… ile maktul C..’ın birkaç adet bira alarak
Kordon Park’a gittikleri, bu sırada sanık T..’ın, tanık A…’e “dükkanı kapattım,
C..’ı aldım, s..m” şeklinde mesaj göndererek durumdan tanığı haberdar ettiği,
sanık ve maktulün çay kenarına oturarak birlikte alkol aldıkları, bir müddet
sonra tanıklar.. A ve B..’ın sanık ve maktulün yanına geldikleri, tanık A..’in
maktul C…’a “Sen kalk git” deyip sanık T…’a da “Kalk gidiyoruz” dediği, tanık
Ahmet’in 2-3 kez bu şekilde ısrar etmesine rağmen maktul C…’ın “Biz arkadaşız,
kardeşiz, ben T…ı bırakırım” dediği, bunun üzerine tanık A…’in tanık B…’e
dönerek “Sen şahitsin, aralarında kavga ve herhangi bir şey olursa bizi
bağlamaz” dediği, bu söz üzerine maktul C…’ın “Biz niye kavga edeceğiz,
aramızda kavga edecek ne var?” dediği, bu sırada sanık T..ın ayağa kalkarak
maktul C…’a “Bizim aramızda nasıl bir şey yok, ana avrat küfretmedin mi bana?”
diyerek yanında oturmakta olan maktul C…’ın yüzüne doğru tekme salladığı,
maktulün sırtüstü yere düştüğü, tanıklar A… ve B…’in hemen araya girdikleri,
sanık T…’ın tanıkları itekleyerek yerde yatan maktulün boyun ve yüz bölgesine
doğru bir iki tekme daha salladığı, tanıklar A.. ve B..’in, sanık T…’ı tutup
olay yerinden uzaklaştırarak yola çıkardıkları,
maktulün bayıldığını sanan tanıkların çabalarına rağmen maktulün kendisine
gelmemesi üzerine olay yerine ambulans çağrıldığı, yapılan müdahaleye rağmen
maktulün küt kafa ve boyun travmasına bağlı medulla spinalis kanaması ve beyin
kanaması sonucu vefat ettiği olayda; Sanık T… ile maktul C… arasında 3 gün önce
yaşanan olaylar nedeniyle bir anlaşmazlık bulunduğu sabit olmakla birlikte, bu
anlaşmazlığın öldürme amacını güdecek ölçüde bir husumete dönüştüğü hususunda
net bir belirleme yapılamaması, zira sanık T… ve maktul C…’ın 3 gün önceki
meseleyi konuşmak amacıyla çay kenarına giderken yanlarına kesici, delici veya
yaralayıcı herhangi bir alet ya da silah almadıklarının sabit olması, sanık T…’ın
maktulün baş ve boyun bölgesine doğru vurduğu tekmelerin ölüm sonucunu
doğurmaya elverişli alet olarak değerlendirilemeyecek olması
karşısında; sanığın olay öncesi, olay sırası ve olay sonrasında dış dünyaya
yansıyan davranışlarına göre öldürme kastıyla hareket etmediği, bu bağlamda
sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Maktulü
öldürme kastıyla hareket etmeyen ve öldürme suçu için elverişli herhangi bir
alet ya da silah kullanmayan sanık Tuncay’ın, yaralamak amacıyla maktulün
başına doğru bir kez tekme atması, maktulün yere düşmesi üzerine sanık T…ay’ın
yine yaralama kastıyla maktulün kafa ve boyun bölgesine doğru 1-2 kez daha
tekme atması, Adli Tıp Kurumunca maktulün kafa ve boyun bölgesindeki
yaralanmaların TCK’nın 86 ve 87. maddesi kapsamında kalıp kalmadığına dair bir
değerlendirme yapılamayacağı belirtilmiş olmakla birlikte, kafa ve boyun
travmasına bağlı beyin ve medulla spinalis kanamasına neden olan yaralanmaların
TCK’nın 86/1. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, ölüm sonucunu
doğuran maktulün kafa ve boyun bölgesindeki yaralanmaların TCK’nın 86/2.
maddesi kapsamında basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif
nitelikte bir yaralanma olarak değerlendirilemeyeceği, maktulün kafa ve boyun
bölgesinde meydana gelen yaralanmalar ile ölüm sonucu arasında illiyet bağının
bulunması karşısında; sanığın eyleminin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma
suçunu oluşturduğu ve silahtan sayılacak herhangi bir alet kullanmayan sanığın
TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiilini aynı
maddenin üçüncü fıkrasını ihlal etmeksizin işlemesi karşısında, TCK’nın 87/4.
maddesinin ilk cümlesi uyarınca cezalandırılması gerektiği kabul edilmelidir[11]”.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun
08.07.2008 tarihli ve 2008/1-88 esas ve 2008/184 sayılı kararına göre ise,
öldürme kastının varlığı için;
1. Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi
gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı,
2. Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye
elverişli olup olmadığı,
3. Mağdurdaki darbe sayısı ve
şiddeti,
4. Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem
taşıyıp taşımadığı,
5. Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel
bir sebepten dolayı mı son verdiği,
6. Olay sonrası mağdura yönelik davranışları dikkate
alınmalıdır.
Failin kastının
belirlenmesinde başvurulan ölçütlerden hepsinin, öldürme kastını ortaya koyacak
şekilde aynı olayda gerçekleşme zorunluluğu yoktur. Ölçütlerden sadece
birisinin gerçekleştiği durumda, failin kastının insan öldürmeye yönelik olduğu;
buna karşılık ölçütlerden çoğunun gerçekleştiği durumlarda failin kastının
yaralamaya yönelik olduğu söylenebilir. Örneğin, mağdura karşı bıçakla birden
fazla darbede bulunulması ve tarafların arasında daha önceden bir husumetin
bulunması halinde şayet darbe, mağdurun hayati bölgesine vurulmamışsa veya
mağdurun hayati bölgesine karşı hareket etmesine rağmen, öldürmeye elverişli bir aletle saldırı söz konusu değilse öldürme kastından değil,
yaralama kastından
bahsedilebilecektir. Bu açıdan esas olan, somut olayın özelliğidir. Hâkim,
yukarıda sayılan şartlar çerçevesinde karar tesis ederken ‘şüpheden sanık
yararlanır’ ilkesini de gözetmeli ve sanıkların öldürme kastı ile hareket
ettiği hususunda tereddüt yaşadığı halde kasten yaralama hükümlerini uygulamalıdır[12].
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu’nun 28.06.2011 tarihli ve 2011/1-114 E., 2011/150 K. sayılı
kararına göre, “aralarında önceye dayalı öldürmeyi gerektirecek husumetleri olmayan
ve çıkan tartışma sebebiyle gece geç saatlerde aniden gelişen ve hedef seçme
olanağı bulunmayan kavganın hareketli ortamında, ele geçmeyen kesici aletlerle
mağdurları yaralayan sanıkların eyleminde, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile 1.
Ceza Dairesi’nin süreklilik kazanmış uygulamalarıyla hayati tehlike yaratan
isabetlerin bir adetle sınırlı kalması gibi hususlar birlikte
değerlendirildiğinde, sanıkların öldürme kastıyla hareket ettikleri kuşkulu kalmaktadır. Ceza
yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan ‘in dubio pro reo’ yani
‘kuşkudan sanık yararlanır’ kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan
cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle
ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak
aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet
hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir
kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan olası kanıya
değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka
türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir
olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı
olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O
halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her
türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin
başka bir yolu da bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, sanıklar N. ve S.’nin,
mağdurlar D. ve T.’yi öldürme kastlarıyla hareket ettiklerini gösteren kesin ve
inandırıcı kanıtlar bulunmadığından, eylemlerinin kasten yaralama olarak kabulünde
zorunluluk bulunmaktadır. Bu itibarla, yerel mahkemece kanıtların hatalı
değerlendirilmesi ve dosya kapsamına uymayan gerekçeler ve kabulle, sanıkların
eylemlerinin öldürmeye kalkışma olarak nitelendirilmesi suretiyle direnme kararı
verilmesi ve hüküm kurulması isabetsiz olup, direnme hükmünün bozulmasına karar
verilmelidir.
YCGK
tarafından, somut olayımıza çok benzeyen ancak çok daha vahim olan aşağıda
özetlenen olayda; (2019//59 K); kasatura gibi silahın ucuna takılı son derece etkili
bir silahla ölümcül bölgeye yapılan darbe TCK’nın 87/4 maddesi kapsamında
değerlendirilirken ölümcül bölgeye isabet eden darbenin tek başına öldürme
kastına delalet etmeyeceği çok net bir şekilde ifade
edilmiştir. Uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gelişen olayda; askerlik
hizmetini yerine getirmek için silah altında bulunan
sanık Piyade Er S ile maktul Y..’ın olaydan önce birbirlerini tanımamaları,
aralarında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmaması, maktulün tanık U..’u kovaladığı
sırada sanığın yumruk atarak maktule müdahale etmesinden sonra yumruğun tesiri
ile yere düşen maktulün sanığa doğru hamle yapması üzerine sanığın tüfeğinin
ucuna takılı süngüyle maktulün göğüs bölgesine bir kez vurması, maktulün göğüs
bölgesinden kan geldiğini görünce herhangi bir engel durum bulunmamasına karşın
eylemine kendiliğinden son vermesi, olay günü saat 20.17’de güneşin battığı göz
önüne alındığında havanın kararmaya başladığı ortamda çıkan arbede sırasında
sanığın özellikle maktulün hayati önem taşıyan göğüs bölgesini hedef alarak
hareket ettiğinin saptanamaması, maktulün vücudundaki ikinci kesici delici alet
yarasının maktulün bacağında yer alması, sanığın olaydan hemen sonra yardım
getirmesi için tanık U..’u Karakola göndermesi karşısında; sanığın olay öncesi,
olay esnası ve sonrasındaki davranışları bir bütün olarak değerlendirildiğinde,
öldürme kastıyla değil yaralama kastıyla hareket ettiği, yaralama eylemiyle maktulün ölümü
arasında illiyet bağı bulunduğu anlaşıldığından eyleminin kasten yaralama sonucu öldürme
suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2018/324
karar, Yargıtay. 1 Ceza Dairesinin 2008/3203 karar -2012/8682 karar sayılı
ilamları aynı doğrultudadır. YCGK’nun 2008/165 karar, 2016/451 karar ve 2018/308
karar sayılı ilamlarında; öldürmeye elverişli silahlar ile
gerçekleştirilen darbelerin hayati bölgelere isabet etmesine rağmen, yukarıda
örnek içtihatlarda açıklanan gerekçelerle, her üç olayın sanığının da eylemleri
kasten yaralama sonucunda ölüme neden olma suçu olarak nitelendirilmiştir[13].
Doç.
Dr. Cengiz APAYDIN Cenk Ayhan
APAYDIN
Cumhuriyet Savcısı Avukat-Yazar
CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV
GENÇLİK CEZA PLATFORMU
cezahukukubilinci.org
[1] Apaydın, Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar, 93.
[2] Apaydın, Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar, 93.
[3] Ozansü, 194.
[4] YCGK. 8.7.1991, 1–200/231, YKD, Haziran 1992, 91 vd.(özel
arşiv).
[5] Yurtcan, Erdener, Ceza Yargılaması Hukuku, 5. Baskı, İstanbul
1996, 212; Feyzioğlu, Metin, Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Ankara 2002,
68.
[6] Yurtcan, 52.
[7] Apaydın, Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar, 95.
[8] YCGK’nin 1.06.2021 tarihli, 2020/1-446 esas ve 2021/230 sayılı
kararı (UYAP isimli Hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına özel
erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[9] Somut olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapılmalıdır;
fail ile mağdur arasındaki problemin sebebi, fail ile mağdurun konumu, failin
suçta kullandığı aletin niteliği, darbe sayısı ile mesafesi, failini olay
öncesi ve olay sırasındaki beyanları, mağdurun vücudunda oluşan yaraların
yerleri ile nitelik ve nicelikleri, failin hedef seçme olanağının bulunup
bulunmadığı, hayatın olayın akışı ışığında failin işlemeyi kastettiği suçun
oluşmasına iradesine dışında engel bir halin bulunup bulunmadığı hususları
toplanan deliller ışığında incelenmek suretiyle failin eyleminin kasten
yaralama sonucu ölüme neden olma veya kasten insan öldürme suçlarından
hangisini oluşturacağının tespit edilmesi gerekir.
[10] Apaydın, Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar, 96.
[11] YCGK’nin 15.06.2021 tarihli, 2020/1-464 esas ve 2021/280 sayılı
kararı (UYAP isimli Hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına
özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[12] Apaydın, Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar, 102.
[13] YCGK’nin 1.06.2021 tarihli, 2020/1-446 esas ve 2021/230 sayılı
kararı (UYAP isimli Hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına
özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).