HAKARET SUÇLARININ CEZALARI VE SONUÇLARI

Hakaret suçunun cezaları TCK’nın 125. maddesinde düzenlenmiş olup şöyle denilmektedir; (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden  veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır[1]. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

Cezanın tespitinde ceza hukukuna egemen ilkeler izlenmelidir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;” 5237 sayılı Kanun’da hapis cezası ile adli para cezasının seçenekli yaptırım olarak öngörüldüğü hallerde, aynı Kanun’un 61. maddesinde öngörülen ölçütlere göre somut olay irdelenip, anılan Kanun’un 3. maddesindeki fiille orantılı ceza verilmesi ilkesi de gözetilerek, öncelikle seçenekli yaptırımlardan hangisinin seçildiğinin gösterilmesi, sonrasında da alt ve üst sınırlar arasında temel cezanın belirlenmesi gerekirken, seçimlik ceza öngören hakaret suçunda yeterli gerekçe gösterilmeden ve sanığın hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile cezalandırılmasının hangi sebeple somut olayın koşullarında zorlayıcı bir ihtiyaçtan kaynaklandığı açıklanmadan orantılılık ilkesine aykırı şekilde hapis cezasının tercih edilmesi, hukuka aykırı bulunmuştur”[2].

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4)  Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

(5)  Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.

TCK’nı 43. Maddesine göre bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır.  Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır. Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.

14.04.2011 tarihinden yayınlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen ek 2. madde uyarınca doğrudan verilen 3.000,00 TL’ye kadar olan adli para cezalarından ibaret mahkûmiyet hükümleri kesin olup, sanık hakkında tayin edilen 3.000,00 TL adli para cezasına ilişkin hükmün, cezanın türü ve miktarı itibariyle kesin olup istinafı ve temyizi mümkün değildir.

Tekerrürün uygulandığı hallerde tekerrüre esas alınan ilamın uzlaştırma kapsamına alınması halinde dosyanın resen uyarlama talebi işletilmek suretiyle ön ödeme bürosuna gönderilmesi sağlanmalıdır. Diğer bir ifadeyle, mahkemece uyarlama yargılaması yapılıp yapılmadığı araştırılarak sonucuna göre tekerrür hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi şarttır.

Tekerrüre esas alınan ilamın, sanığın güncel adli sicil kaydında bulunmaması veya silinmiş olması hallerinde sanığın adli sicil kaydında tekerrüre esas başka ilam yoksa tekerrür hükümleri uygulanamaz. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir;”  Sanık hakkında, adli sicil kaydında yer alan Kapatılan Karamürsel Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2010/170 esas 2010/508 karar sayılı ilamı ile verilen hapisten çevrili adli para cezasının tekerrüre esas teşkil ettiği anlaşıldığından, cezasının infazında tekerrür hükümlerinin uygulanmasına, hükmedilen cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, ayrıca cezanın infazından sonra denetimli serbestlik hükümlerinin uygulanmasına karar verildiği, ancak tekerrüre esas alınan ilamın, sanığın güncel adli sicil kaydında bulunmadığı, silinmiş olduğu, sanığın adli sicil kaydında tekerrüre esas başka ilamında bulunmadığı anlaşılmakla, sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanması hukuka aykırı bulunmuş ve bu aykırılığın düzeltilmesi mümkün görülmüştür”[3].


[1] Hakarette mahkeme seçimlik cezalardan birini tercih edebilmektedir. Örneğin sanığı üzerine atılı müştekiye yönelik olarak hakaret suçunu işlediği yapılan yargılamada sübuta ermekle; sanığın eylemine uyan TCK’nın 125/2 maddesi yollamasıyla TCK’nın 125/1 maddesi gereğince takdiren ve tercihen 90 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına, sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçu birden fazla kez işlediği anlaşıldığından, TCK’nın 43/1 maddesi gereğince cezasından 1/4 oranında artırım yapılarak 112 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına,  sanığın geçmişi, sosyal ilişkileri, yargılama sürecindeki davranışları lehine takdiri indirim sebebi kabul edilerek TCK’nın 62. maddesi gereğince cezasından takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak 93 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına, sanık hakkında verilen 93 gün adli para cezasının, günlüğü TCK 52/2 maddesi gereği 100,00-TL’den hesaplanarak,9300TL adli para cezası ile cezalandırılmasına,  sanığın güncel sabıka kaydına göre suç işlemeye eğilimli kişiliği nazara alınarak ilerde tekrar suç işlemeyeceği hususunda mahkememizde olumlu kanaat oluşmadığı dolayısıyla 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına, sanığa verilen cezanın niteliği gereği sanık hakkında 5237 Sayılı TCK’nın 51. ve 53. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir, şeklinde hüküm kurulabilir.

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

Ceza Hukuku Bilinci Platformu Yöneticisi

Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org

[2] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 12. 02. 2025 tarihli, 2023/3467 esas ve 2025/8812 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[3] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 14. 05. 2025 tarihli, 2023/14724 esas ve 2025/5262 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

HAKARET SUÇUNDA SORUŞTURMA

 Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan hakaret suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.  Zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla bu süre, şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar.  Ancak, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan hakaret suçu bakımından şikâyet süresi, her ne suretle olursa olsun fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren iki yılı geçemez.  Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez.  Kovuşturma yapılabilmesi şikâyete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür ve hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz. İştirak halinde suç işlemiş sanıklardan biri hakkındaki şikâyetten vazgeçme, diğerlerini de kapsar. Kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez. Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada şahsi haklarından da vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açamaz. Yüze karşı hakaret ve gıyapta hakaret suçu uzlaşma kapsamında olup uzlaştırma bir kovuşturma şartıdır. Uzlaştırma yoluna gidilmeden dava açılamaz. Uzlaştırma yoluna gidilmeden iddianame düzenlenmesi iddianamenin iade sebebidir.

Hakaret oluşturan fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde,  eylem ön ödeme kapsamında olup ön ödeme bir kovuşturma şartıdır.  Ön ödeme yoluna gidilmeden dava açılamaz. Ön ödeme yoluna gidilmeden iddianame düzenlenmesi iddianamenin iade sebebidir.

Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret halinde suçun takibi şikâyete tabi olmayıp resen takibi gerekir. 14.11.2024 tarihli, 32722 sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe giren 9.yargı paketi kapsamında TCK m.125/2 maddesinde mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle” veya “dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı”  veya “kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle” veya “alenen” işlenmesi hallerinde ön ödeme uygulanacaktır. Bu değişiklikle, hakaret suçunun TCK’nın 125/2. Maddesindeki hali uzlaştırma kapsamından çıkarılarak ön ödemekapsamına alınmıştır.

Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere, yalnız adlî para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı altı ayı aşmayan suçların faili a) Adlî para cezası maktu ise bu miktarı, değilse aşağı sınırını, b) Hapis cezasının aşağı sınırının karşılığı olarak her gün için yüz Türk Lirası üzerinden bulunacak miktarı, c) Hapis cezası ile birlikte adlî para cezası da öngörülmüş ise, hapis cezası için bu fıkranın (b) bendine göre belirlenecek miktar ile adlî para cezasının aşağı sınırını, soruşturma giderleri ile birlikte, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak tebliğ üzerine on gün içinde ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmaz.   Failin on gün içinde talep etmesi koşuluyla bu miktarın birer ay ara ile üç eşit taksit hâlinde ödenmesine Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilir. Taksitlerin süresinde ödenmemesi hâlinde ön ödeme hükümsüz kalır ve soruşturmaya devam edilir.Taksirli suçlar hariç olmak üzere, ön ödemeye bağlı olarak kovuşturmaya yer olmadığına veya kamu davasının düşmesine karar verildiği tarihten itibaren beş yıl içinde ön ödemeye tabi bir suçu işleyen faile bu fıkra uyarınca teklif edilecek ön ödeme miktarı yarı oranında artırılır.  Özel kanun hükümleri gereğince işin doğrudan mahkemeye intikal etmesi halinde de fail, hâkim tarafından yapılacak bildirim üzerine birinci fıkra hükümlerine göre saptanacak miktardaki parayı yargılama giderleriyle birlikte ödediğinde kamu davası düşer. Cumhuriyet savcılığınca madde kapsamına giren suç nedeniyle ön ödeme işlemi yapılmadan dava açılması veya dava konusu fiilin niteliğinin değişmesi suretiyle madde kapsamına giren bir suça dönüşmesi halinde de yukarıdaki fıkra uygulanır.  Suçla ilgili kanun maddesinde yukarı sınırı altı ayı aşmayan hapis cezası veya adlî para cezasından yalnız birinin uygulanabileceği hallerde ödenmesi gereken miktar adlî para cezası esas alınarak belirlenir.  Bu madde gereğince kamu davasının açılmaması veya ortadan kaldırılması, kişisel hakkın istenmesine, malın geri alınmasına ve müsadereye ilişkin hükümleri etkilemez.

TCK’nın 125/2. maddesi kapsamında işlenen suç ön ödeme kapsamına alınmış olup suçun işlenme tarihlerine göre ön ödeme tarihleri farklılık arz etmektedir. Eğer atılı suç 1 Haziran 2024 tarihinden önce işlenmiş ise ön ödeme miktarı 1.800 TL artı soruşturma giderleri olup atılı suç 1 Haziran 2024 tarihinden sonra işlenmiş ise ön ödeme miktarı 9000 TL artı soruşturma giderleridir. Eğer uzlaşma teklif edilip taraflar uzlaşmış ise kovuşturmaya yer olmadığına karar verilecek olup tekrar ön ödeme uygulanmayacaktır. Ancak taraflar uzlaşmamışlarsa Cumhuriyet savcısı iddianame düzenlemeyip ön ödeme önerisinde bulunmak zorundadır. ÖN ödeme de bir kovuşturma şartı olup ön ödeme yoluna gidilmeden iddianame düzenlenirse mahkeme iddianameyi iade etmek zorundadır.

Şikâyet üzerine şüpheli hakkında hakaret suçu nedeniyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin şikâyetçiye yönelik paylaşımlarının kolluk tarafından tespit edilmesi ve yapılan kaynak araştırmaları ile bilirkişi raporu sonucunda şüphelinin kimlik ve adres bilgilerine ulaşıldığı hallerde şüphelinin ifadesi alınmadan adresine ön ödeme tebligatı çıkarılabilmektedir. Şüphelinin ön ödeme önerisine uymaması halinde şüphelinin ifadesi alınmak suretiyle şüpheli hakkında iddianame düzenlenmelidir.  

 Hakaret suçunu düzenleyen TCK’nın 125 inci maddesinin ikinci fıkrası, üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentleri ve dördüncü fıkrası ön ödeme kapsamındadır. Hakaret suçunun; b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, işlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

Hakaret suçunun; kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi halinde uzlaştırma veya ön ödeme yoluna gidilemez. Ancak suça sürüklenen çocuklarda kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçu uzlaştırma kapsamında olup uzlaştırma yine kovuşturma şartıdır.

Kamu görevlisine hakaret suçu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından re’sen soruşturulur. Takibi şikâyete bağlı değildir. Cumhuriyet savcısı şikâyet, ihbar veya başka bir suretle suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrendiği anda gerekli araştırma ve delil toplama sürecini tamamlayarak kamu davası açılmasını gerektirir yeterlilikte delil elde ederse iddianame düzenler. Uzlaştırma, seri muhakeme ve ön ödeme usulleri uygulanamaz.

  Hakaret suçlarında şüphelinin atılı suçu işlediğine ilişkin yeterli şüphe yoksa Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmektedir. Ancak şüphe varsa eylemin soruşturma şekline göre mevcut yasalara göre ya uzlaştırma ya da ön ödeme yoluna gidilmelidir. Yeterli şüphe varsa iddianame düzenlenir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi soruşturma aşamasına ilişkin değil kovuşturma aşamasında geçerli olan ceza muhakemesine egemen ilkelerdendir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında istikrarla vurgulandığı üzere; “Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” Ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet kararının verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak şekilde kanıtlanması ve şüphenin masumiyet karinesinin gereği olarak sanık lehine değerlendirilmesi gerekir[1].

           Hakaret eylemleri ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun’un 125/1-2 ve 129/3 maddelerinin uygulanabilmesi kapsamında değerlendirilebilecek karşılıklı hakaret olup olmadığının somut olayın özelliklerine göre belirlenmesi gerekir. Hakaret suçu yüze karşı işlenip aynı zamanda aynı mağdura karşı tehdit suçu ile birlikte işlenmişse uzlaştırma yoluna gidilmelidir.  Yine hakaret suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 150/1. maddesinde düzenlenen ve yağma suçunun daha az ceza gerektiren nitelikli hali olan “hukuki bir alacağın tahsili amacıyla tehdit” suçu ile birlikte yüze karşı veya gıyapta hakaret şeklinde işlenirse de uzlaştırma yoluna gidilecektir.

     29 Mayıs 2025 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan,  27/3/2025 tarihli,  2024/197 esas 2025/86 karar sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile 07/11/2024 tarihli 7531 sayılı kanunun 18.maddesi ile CMK’ya eklenen geçici 7. maddesinin 2. numaralı fıkrasının iptal edilmiş olması sebebiyle 07/11/2024 tarihinden önce veya sonra işlenen soruşturması veya kovuşturması devam eden TCK 125/2 maddesindeki suçlarda ön ödeme önerisi yapılması gerekir.

Soruşturma sırasında hakaret suçundan şüpheli olan kişi ölürse kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilecektir. Yargılama aşamasında ölmüşse bu durumun mahkemece araştırılarak 5237 sayılı Kanun’un 64/1. maddesi uyarınca sanık hakkında açılan kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi gerekir.

Cumhurbaşkanına hakaret suçundan kovuşturma yapılabilmesi TCK’nın 299/3. madde ve fıkrasına gereğince Adalet Bakanının iznine tabi olup kovuşturma şartı olan izin koşulunun yerine getirilmeden kamu davası açılması ve yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması yasaya ve usule aykırıdır. İzne tabi olan bir suçtan izin alınmadan gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmamalıdır. Kovuşturma şartı olan izin alınmadan iddianame düzenlenmesi halinde mahkemenin iddianameyi iade etmesi gerekir. Bu durum yargılama aşamasında ortaya çıkarsa mahkemenin durma kararı vermesi gerekir.

TCK’nın 299. ve 301. maddelerinin ihlalinin tek bir eylemle gerçekleşmesi hallerinde Adalet Bakanından soruşturma izni alınması şart soruşturmanın her iki suç açısından yapılması ancak yargılama aşamasında fikri içtimanın uygulanması gerekir.

Cumhurbaşkanına hakaret ile Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçunun birlikte işlenmesi halinde 5237 sayılı Kanun’un 299. ve 301. maddelerinin ihlal edilmesine karşın, eylemin tek olması nedeniyle,  5237 sayılı Kanun’un 44. maddesi gereğince daha ağır hüküm içeren 5237 sayılı Kanun’un 299. maddesi uyarınca hüküm kurulmasının gerekmesi ve dosya kapsamından sanık hakkında aynı Kanun’un 301. maddesinde düzenlenen suçtan da soruşturma yürütüldüğünün anlaşılması karşısında, bahse konu dosyanın akıbeti araştırılarak mümkün olması halinde birleştirilmesi, aksi halde usulüne uygun şekilde dava dosyasının incelenmesi ve tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek, fikri içtima ve mahsup hükümleri de nazara alınıp sanığın hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik araştırma sonucunda yazılı şekilde hüküm verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur.

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

Ceza Hukuku Bilinci Platformu Yöneticisi

Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org



[1] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 19. 12. 2024 tarihli, 2023/11362 esas ve 2024/13572 sayılı kararı ((UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

HAKARET SUÇUNDA ZAMANAŞIMI

TCK madde 66’da belirtildiği üzere çeşitli suçlar bakımından dava zamanaşımı gerçekleştiğinde, kanunda gösterilen sürelerin geçmesiyle belirli bir suçtan dolayı dava açılamayacağı gibi, açılmış olan davaya da devam edilemez. TCK’nın 86/1-2.3 maddelerinde düzenlenen suçlar açısından, TCK madde 66/1-e gereğince, dava zamanaşımı sekiz yıldır.

Hakaret suçunun faili olan sanığın yargılama konusu eylemi için, 5237 sayılı Kanun’un 86/2. maddesi uyarınca belirlenecek cezanın türü ve üst haddine göre aynı Kanun’un 66/1-e maddesi gereği 8 yıllık olağan zamanaşımı süresinin öngörülmüştür.  5237 sayılı Kanun’un 67/2-d bendi uyarınca zamanaşımı süresini kesen son işlem tarihinden 8 yıllık olağan zamanaşımı süresinin gerçekleşmiş olduğu hallerde davanın düşmesine karar verilmektedir.

      Kamu görevlisine hakaret eylemi ile ilgili olarak sanığın yargılama konusu eylemi için 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125/3-a, 4. maddesi uyarınca belirlenecek cezasının türü ve üst haddine göre, aynı Kanun’un 66/1-e ve 67/4. maddeleri gereği 12 yıllık olağanüstü dava zamanaşımı öngörüldüğü anlaşılmış olup suça konu suçun işlendiği tarihinden temyiz incelemesi tarihine kadar 12 yıllık olağanüstü dava zamanaşımının gerçekleşmiş olduğu durumda kamu davasının düşmesine karar verilecektir.

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

Ceza Hukuku Bilinci Platformu Yöneticisi

Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org

HAKARET SUÇUNDA GÖREVLİ MAHKEME

GÖREVLİ MAHKEME

Görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesidir. Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) madde 12 fıkra 1’e göre, davaya bakma yetkisi, kural olarak suçun işlendiği yer mahkemesine aittir.

Müştekinin ilgili paylaşımı öğrendiği yer suç yeridir.  Söz konusu suçun yargılamasında yetkili ve görevli mahkemenin 5271 sayılı CMK 12/5-3 maddesi uyarınca hakaretin mağdura ulaştığı ve mağdur tarafından öğrenildiği yer olduğu açıktır. Diğer bir ifadeyle, CMK’ nın 12/5 maddesi gereği internet üzerinden işlenen ya da sosyal medyada hakaret suçu için yetkili mahkemenin, müştekinin hakaret eylemine muttali olduğu yer mahkemesi olduğu, müştekinin ikamet adresinin suç yeri olarak bildirildiği hallerde suçun müşteki tarafından bu yerde öğrenildiğinin kabulü gerekir.

Teşebbüste son icra hareketinin yapıldığı, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir. Suç, ülkede yayımlanan bir basılı eserle işlenmişse yetki, eserin yayım merkezi olan yer mahkemesine aittir. Ancak, aynı eserin birden çok yerde basılması durumunda suç, eserin yayım merkezi dışındaki baskısında meydana gelmişse, bu suç için eserin basıldığı yer mahkemesi de yetkilidir. Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan hakaret suçunda eser, mağdurun yerleşim yerinde veya oturduğu yerde dağıtılmışsa, o yer mahkemesi de yetkilidir. Mağdur, suçun işlendiği yer dışında tutuklu veya hükümlü bulunuyorsa, o yer mahkemesi de yetkilidir.) Görsel veya işitsel yayınlarda da bu maddenin üçüncü fıkrası hükmü uygulanır. Görsel ve işitsel yayın, mağdurun yerleşim yerinde ve oturduğu yerde işitilmiş veya görülmüşse o yer mahkemesi de yetkilidir(CMK m. 12).

Suçun işlendiği yer belli değilse, şüpheli veya sanığın yakalandığı yer, yakalanmamışsa yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Şüpheli veya sanığın Türkiye’de yerleşim yeri yoksa Türkiye’de en son adresinin bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Mahkemenin bu suretle de belirlenmesi olanağı yoksa ilk usul işleminin yapıldığı yer mahkemesi yetkilidir(CMK m. 13).

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

Ceza Hukuku Bilinci Platformu Yöneticisi

Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org

HAKARET SUÇUNDA HAKSIZ TAHRİK

HAKARET SUÇUNDA HAKSIZ TAHRİK

HAKSIZ TAHRİK

Haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi halinde kusurluluğu ve dolayısıyla ceza sorumluluğunu azaltan bir haldir.

Genel haksız tahrik ve özel özel tahrik olarak ikiye ayrılmaktadır. Genel haksız tahrik TCK’nın 29. Maddesinde düzenlenmiştir.   Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. Özel haksız tahrik halleri ise TCK’nın 129. Maddesinde düzenlenmiştir. Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez. Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

 Hakaret suçunda haksız tahrik varsa genel haksız tahrik değil, özel haksız tahrik hali uygulanacaktır. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; ”Hakaret suçunun, haksız tahrik altında işlendiğinin kabul edilmesine rağmen özel nitelikte olan ve daha lehe hükümler içeren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 129. maddesi yerine genel tahrik kurumunu düzenleyen aynı Kanun’un 29. maddesinin uygulanması, yasaya aykırılık oluşturmaktadır”[1].

Karşılıklı hakaret hallerinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 129/3 ve 5271 sayılı Yasa’nın 223/4-c maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına kararının verilmesi gerekir.

Haksız tahrikin somut olayın özelliklerine göre belirlenmesi gerekir.  Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; ”Sanığın, katılana karşı kullandığı “Sürteyim kafana” sözünün mahalli terimler de gözetilerek hakaret unsuru taşıyıp taşımadığı, sanığa hangi anlamda bu sözü söylediği de sorularak bu husus açıklığa kavuşturulduktan sonra etki tepki dengesi gözetilerek (orantılılık) sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, hukuka aykırı bulunmuştur”[2].

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

Ceza Hukuku Bilinci Platformu Yöneticisi

Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org



[1] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 18. 12. 2024 tarihli, 2024/4021 esas ve 2024/13491 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[2] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 12. 12. 2024 tarihli, 2023/6682 esas ve 2024/8412 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

HAKARET SUÇUNDA MANEVİ UNSUR- İŞTİRAK – TEŞEBBÜS- İÇTİMA

Hakaret suçunun manevi unsuru, failin hakaret kastıyla hareket etmesi ve mağdurun onuruna ve şerefine bilerek zarar verme iradesini taşımasıdır. Bu kasıt olmadan hakaret suçunun manevi unsuru gerçekleşmiş sayılmaz. Hakaret suçu taksirle işlenemez. Bu suç doğrudan kastla işlenebilir. Saik önemli olmayıp özel kast da aranmaz.

Bu suçta iştirak herhangi bir özellik göstermez. Hakaret suçunda olduğu gibi, bu suçta da iştirakin her türlüsü mümkündür. Bu suçta iştirake ilişkin sorunlar genel hükümler çerçevesinde çözülecektir[1].  Bu suça teşebbüs hareketin bölünebildiği hallerde mümkündür. 

Hakaret suçu için bütün suçların içtimai halleri bu suç için de uygulama alanı bulabilir.  Fail bir suç işleme kararının icrası kapsamında aynı kişiye karşı birden fazla hakaret suçu işlerse zincirleme suç hükümleri uygulanmalıdır[2].  Gıyapta hakaretin suçunun işlenmesi üç ve üçten fazla kişiye söylenerek gerçekleştirilmesi, ihtilat öğesi nedeniyle suçun unsuru olup tek suç oluşturmaktadır. Bu sebeple Zincirleme suç hükümleri uygulanmaz.

Tek bir eylemle birden fazla mağdura yönelik hakaret eylemi gerçekleşirse TCK’nın 43/2. Maddesi kapsamında zincirleme hakaret suçu oluşacaktır.  Aynı doğrultuda olmak üzere failin birden fazla hakaret eylemlerini farklı zamanlarda ve farklı kişilere yönelik gerçekleştirdiği kabul edilmişse de, eylemlerin hangi tarihlerde ve zaman aralığında gerçekleştirildiği şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenip, sonucuna göre fail hakkında TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerekir. Aynı gün içerisinde aynı mağdura yönelik hakaret eylemleri zincirleme suç kapsamına girmemektedir.

Sanığın, birden fazla mağdura yönelik, birden fazla ve farklı zamanlarda eylemlerini gerçekleştirmesi durumunda, sanığın bu eylemleri aynı suç işleme kararı altında işlediği kabul edilerek hakaret suçundan belirlenen temel ceza, suçun birden fazla kişiye karşı işlenmesi nedeniyle 5237 sayılı Kanun’un 43/2. maddesi uyarınca artırıldıktan sonra, suçun değişik zamanlarda işlenmesi nedeniyle artırılmış ceza miktarı üzerinden aynı maddenin birinci fıkrası uyarınca yeniden artırım yapılarak sonuç cezaların saptanması gerektiği gözetilmeden ikinci artırımın temel ceza üzerinden yapılması suretiyle eksik ceza tayinleri hukuka aykırılık oluşturmaktadır[3].

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

Ceza Hukuku Bilinci Platformu Yöneticisi

Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org


[1] Artuç, Kişilere Karşı Suçlar, 1238; Hafızoğulları-Kurşun, Şerefe Karşı Suçlar, 55; Parlar/Hatipoğlu, Ceza Kanunu Yorumu, 1022.

[2] Aynı yönde Yenidünya/Alşahin, a. g. m, 70.

[3] Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 03. 03. 2025 tarihli, 2023/16704 esas ve 2025/3892  sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

HAKARET SUÇUNDA EYLEM VEYA SÖYLEM

Serbest hareketli bir suç olup Hakaretin somut bir fiil veya olgu isnat edilerek mi, yoksa sadece sövmek suretiyle mi işlendiğinin açık bir şekilde tartışılması ve seçimlik hareketlerden hangisiyle hakaretin işlendiğinin belirlenmesi gerekir.[1]  Keza, kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırmadan, soyut olarak yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de hakaret suçu oluşur. Kötü bir niteliği veya huyu ifade eden sözler, somut bir fiil veya olguyla irtibatlandırılmadıkları hâlde, yine de hakaret suçunu oluştururlar. Örneğin, bir kimseye “serseri”, “alçak”, “hayvan” denmesi hâlinde, somut fiil isnadı söz konusu değildir. Aynı şekilde kişiye soyut olarak   “hırsız”, “rüşvetçi”, “sahtekâr”, “fahişe” gibi yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de hakaret suçu oluşmaktadır[2].  Yine sen orospusun, kahpesin, adisin, sen başkanıyla birlikte oluyorsun, şerefsiz, a……. koyacağım………, sana skcm ayarlıyor…, seni becereceğim, daha sonra kızını  kendime karı yapacağım, ananın a.na alıştılar, ben bir alıştırır senin ananın a.nı tersinden görürsün, orospunun doğurduğu, , “sinkaf ederim senin ağzını da g… de götür sizi ananı avradını sinkaf ederim, ananızın a.nı sinkaf edeğim, ..si…r git, salak, pisliksin, geri zekalı, beyinsiz ,  öküz, şerefsiz, haysiyetsiz, şerefsiz köpek, ibne,  “orospusun sen, seni si..m, millete g.. verdin, orospu, amn   koyduğumun kızı  vb   sözleri de hakaret suçunu oluşturmaktadır.

Hakaret suçu mağdurun yüzüne karşı işlenebileceği gibi aynı zamanda gıyapta da işlenebilen bir suçtur. Gıyapta işlenen hakaret suçunun unsurlarının oluşması için hakaret suçu işlendiği sırada 3 kişinin bu suçun işlendiği anda söylenen şerefe ve saygınlığa karşı yapılan eylemleri duymuş olması gerekir. Mesajla hakaret başkasına gönderilse bile gıyapta hakaret olarak değerlendirilemez. Mağdurun hazır olması halinde gıyapta hakaretten söz edilemez. Kendileriyle ihtilat edilen kişilerin bir arada bulunmaları ve hakaret sözünü aynı anda öğrenmelerine gerek yoktur. 

Hakaret, kaba söz veya eleştiri kavramları birbirine karıştırılmamalıdır. Eleştiri Anayasal bir hak olup ifade özgürlüğünden kaynaklanması nedeniyle doğası gereği sert bazen de incitici bir üslup gerektirebilir. Eleştirinin içerik ve bağlam açısından birlikte değerlendirildiğinde eleştiri sınırını aşıp da hakaret boyutuna varıp varmadığı kaba söz niteliğinde olup olmadığı somut olayın şartlarına mağdurun sosyo-kültürel konumuna ve failin kullanmış olduğu ifadelere göre somut olay bazında belirlenir[3]. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.10.2008 tarihli ve 170-220 sayılı kararında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etme veya sövme şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır.  Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir. İnsanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi ve yayabilmesi olarak kabul edilen, ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır.

Anayasa’nın 26. maddesinde, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bunun yanında, bu hak, birçok uluslararası belgeye ve mahkeme kararına da konu olmuştur. Türkiye’nin de yargılama yetkisini kabul ettiği AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen “bilgi” ve “fikirler” için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum“dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.

Bununla birlikte, ifade özgürlüğü de mutlak ve sınırsız değildir. Bu hak kullanılırken bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması hem ulusal hem de uluslararası mevzuatlarda yer almaktadır. Nitekim Anayasa’nın 26. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğü, aynı maddenin 2. fıkrasında belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Dolayısıyla anılan madde ile Anayasanın 13. maddesine göre, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.

Siyasetçilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek iç hukukumuzda gerekse uluslararası mahkeme kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bu ilkenin gerekçesi, siyasetçilerin, özel kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık olan, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih etmeleridir. Açıklamalar ışığında, somut olayda; sanığın paylaşımlarının, muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, siyasi ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı düşünülmeden, sanık hakkındaki beraat kararının kaldırılarak mahkûmiyet kararı verilmesi, hukuka aykırı bulunmuştur[4]. Eylem veya söylemlerin adil yargılama ilkesi ışığında değerlendirilmek suretiyle, siyasi eleştiri niteliğinde ve/veya ifade özgürlüğü kapsamında olup olmadığının gerekçeli bir şekilde kararda belirtilmesi gerekir.

Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez. Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Hakaret suçunun bir hafifletici nedeni suçun haksız fiile karşı tepki olarak işlenmesi halidir. Örneğin bir kişi kendisine yumruk atan bir kişiye, olay esnasında olayın sıcaklığıyla hakaret etmişse, yine hakaret suçu oluşmuştur. Bu durumda hâkimin takdirine göre ceza üçte birine kadar indirilebilir, hatta hiç ceza verilmeyebilir. Aynı zamanda hakaret suçu karşılıklı olarak işlenmişse, yani iki kişi birbirine karşılıklı hakaretler etmişlerse, duruma göre taraflardan biri veya her ikisi hakkında ceza indirimi yapılabilir veya hiç ceza verilmeyebilir.

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

Ceza Hukuku Bilinci Platformu Yöneticisi

Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org



[1] Koca/Üzülmez, Özel Hükümler, 432

[2]  TCK’nın 125.Maddesi’nin gerekçesi.

[3] Apaydın,  Cengiz, Gençlik Ceza Hukuku,  94-95

[4] Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 3. 03. 2025 tarihli, 2022/11220 esas ve 2025/3987  sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

HAKARET SUÇU

HAKARET SUÇU (TCK MADDE 125)

Hakaret suçu TCK’nın 125. maddesinde şöyle düzenlenmektedir; (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. (3) Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, 50 29/6/2005 tarihli ve 5377 sayılı Kanunun 15 inci maddesiyle bu fıkrada yer alan “ya da yakıştırmalarda bulunmak” ibaresi madde metinden çıkarılmıştır. İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.  (5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.

Hakaret suçunun koruduğu değer saygınlık ve şereftir. Madde gerekçesinde; “Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır” biçiminde açıklama yapılmıştır. Hakaret suçu sözlü ve yazılı olarak işlenebildiği gibi gelişen dünyanın etkisiyle, hayatımıza giren sosyal medya aracılığıyla da yaygın bir şekilde de işlenebilmektedir. Sosyal medyanın yaygınlaşması ile herkes her an hakaret suçuna maruz kalabilir. Hakaret suçu ülkemizde önemsenen bir suç olmadığı gibi en yaygın ve en rahat işlenen suçlardan biridir.[1] Ancak kişiye hitaben söylenen her rahatsız edici ifade hakaret suçuyla korunan hukuki değeri ihlal edildiği anlamına gelmemektedir.  Yani hakaret suçunun oluşması için şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte olmalı veya sövme maksadında söylenen kelimelerden oluşması gerekmektedir.[2]

Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir. Olay günü sanığın, müştekilere söylediği kabul edilen sözlerin, muhataplarının onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba[3] ve nezaket dışı hitap tarzı niteliğinde olması halinde hakaret suçunun unsurlarının oluşmaz[4].  Doktrinde fiilin işlendiği çevre ve zamanın şartlarının, mağdurun kişisel durumunun, mesleğinin, siyasi kariyerinin, fail ile mağdur arasındaki ilişkinin, failin yaşının, durumunun ve eğitiminin de göz önünde tutulması gerektiğini ifade etmektedir. [5] Yapılacak değerlendirme sonucunda fiilin objektif olarak şeref ve saygınlığı rencide edecek nitelikte olması gerekmektedir. Mağdurun bundan etkilenmemesi suçun oluşumu bakımından önem arz etmemektedir.[6] Mağdurun şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte olmayan ancak mağdurun alınmasına sebebiyet verecek fillerde hakaret suçunun oluşmasına sebebiyet vermemektedir[7].

Üçüncü fıkrada ise, hakaret suçunun nitelikli şekilleri gösteril­miştir. Hakaret suçu nitelikli unsurlardan birinin kapsamına girecek bir şekilde işlenmişse verilecek cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. Söz konusu nitelikli unsurlar hakaret suçunun; kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, dini inancı yaşama, açıklama veya siyasi düşünce ve kanaatlerini açıklamasından dolayı veya kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi durumlarıdır. Bu unsurlardan en az bir tanesi olayda olmuşsa faile verilecek cezanın alt sınırı bir yıldan fazla olamaz.

Dördüncü fıkrada ise hakaret suçun alenen işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Aleniyet belirsiz sayıda kişilerin hakaret oluşturan sözü duymalarına olanak sağlamak suretiyle suçun işlenmesini ifade eder. Failin hakaret oluşturan sözün duyulması olanağını sağlamış olması yeterlidir. Söylenen sözün fiilen duyulmuş olup olmaması önemli değildir.  Önemli olan duyulabilme olanağının olması olup sosyal medya mecralarında da aleniyet unsuru gerçekleşmektedir. Hakaret suçu ister huzurda ister ihtilatla olsun alenen işlenmişse verilecek ceza altıda biri oranında arttırılır. Diğer bir ifadeyle, hakaret fiili aleni bir ortamda gerçekleşmişse fail daha ağır bir cezaya çarptırılır.

5237 sayılı Kanun’un 125/4. maddesinde öngörülen aleniyetin gerçekleşmesi için olay yerinde başkalarının bulunması yeterli olmayıp hakaretin belirlenemeyen sayıda kişi ve herkes tarafından görülme, duyulma ve algılanabilme olasılığının bulunması, herhangi bir sınırlama olmaksızın herkese açık olan yerlerde işlenmesi gerekmektedir. Somut olayda, hakaret eyleminin gerçekleştirildiği, “Memurların dinlenme saatinde kullandıkları memurlar gazinosunun (lokal)” ne şekilde aleni bir yer olduğu açıklanmadan anılan kanun maddesinin uygulanması, hukuka aykırı bulunmuştur[8].

Avukat Cenk Ayhan APAYDIN

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org



[1] AVUKAT  CENK AYHAN APAYDIN – YAZAR- CEZA HUKUKU BİLİNCİ PLATFORMU YÖNETİCİSİ

[2] Hakeri,  Hakan /Tekin, Derya, Tartışmalı Sorularda Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler,2.Baskı, , Ankara, 2022, 245,247

[3] Sanık Tülay …n katılan K..n’e hitaben söylediği kabul edilen “terbiyesiz” şeklindeki sözün, muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici kaba söz niteliğinde olduğu ve dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibari ile oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine hakaret eyleminin karşılıklı olduğu kabul edilerek ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi…,” bozmayı gerektirmektedir. Yargıtay 4 CD’nin 2016/9515 esas 2020/8059 karar sayılı ilamı.

[4] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 12. 05. 2025 tarihli, 2023/3458 esas ve 2025/8814 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[5] Koca/Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümleri, 477,478

[6] Koca/Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, .477; Tezcan/Erdem/Önok, Teorik Ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 641

[7] Koca/Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümleri,.477; Tezcan/Erdem/Önok, Teorik Ve Pratik Ceza Özel Hukuku,  644

[8] Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 06. 01. 2025 tarihli, 2022/13422 esas ve 2025/1 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

KASTEN İNSAN ÖLDÜRME SUÇLARINDA MAHKEMENİN YOL HARİTASI ( I. BÖLÜM)

KASTEN İNSAN ÖLDÜRME SUÇLARINDA

MAHKEMENİN YOL HARİTASI ( I. BÖLÜM)

1.  Mahkemece ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışılması gerekir.

2.  Mahkemece hükme esas alınan ve/veya reddedilen delillerin açıkça gösterilmesi gerekir. Kararın gerekçeli olması ve somut olay ile bağlantılı olması şarttır.

3.  Mahkemece yapılan yargılama sonucu oluşan vicdanı kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak somut ve kesin verilere dayandırılması gerekir.

4.  Eylemlerin sanık tarafından nasıl gerçekleştirildiğinin deliller ve hayatın olağan akışı çerçevesinde belirlenmesi gerekir.

5.  Dosya kapsamında bulunan uzmanlık raporlarının yeterli ve hüküm kurmaya elverişli olup olmadığının netleştirilmesi gerekir

6.  Eyleme uyan suç vasfı ile yaptırımların doğru biçimde belirlenmesi gerekir. Sanık veya sanık müdafisinin taleplerine olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi şarttır.

7.  Meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması koşullarının bulunup bulunmadığı ayrıntılı olarak gerekçeleriyle belirtilmelidir. Hukukun gelişmesi ve adaletin tecellisi açısından hukuki kavramların netleştirilerek dosyadaki veriler ışığında incelenmesi gerekir.

8.  Haksız tahrikin uygulanıp uygulanmaması açısından dosya kapsamından maktulden sanığa yönelen haksız söz ya da eylemin bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

9.  İstinaf ve/veya temyiz edenlerin hükmü temyize hak ve yetkilerinin bulunup bulunmadığı incelenmelidir.

10. İstinaf veya temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta olup istinaf ve/veya temyiz istemlerinin süresinde olup olmadığı incelenmelidir.

11. Temyizde re’sen temyiz mümkün değilken, istinafta re’sen istinaf mümkündür.

12. Temyizde, hükmü temyiz etmeyen diğer sanıklara sirayet mümkün iken, istinafta mümkün değildir[1].

13. Mutlak hukuka aykırılık halleri hariç olmak üzere temyiz kanun yolunda temyiz eden, hükmün hangi nedenlerle bozulmasını istediğini başvurusunda göstermek zorundayken, istinafta bu nedenleri göstermek zorunlu değildir.

14. Temyiz mahkemesi olarak Yargıtay’ın görevi, dosya üzerinden hukuk normlarının doğru uygulanıp uygulanmadığını denetlemektir. Çünkü delillerin tekrar veya ilk kez ortaya konularak kovuşturma evresindeki gibi bir araştırma yapılması, temyiz aşamasında olanaksızdır. Maddi olaya ilişkin tespitlerin doğru olup olmadığını irdelemek, kural olarak temyiz mahkemesinin görevi değildir. İlk derece mahkemesi hâkimi, delillerin değerlendirilmesinde serbesttir. Olayı açıklığa kavuşturmak, onun sorumluluğu ve yetkisi kapsamındadır. Temyiz hâkiminin bu özgürlüğe müdahale etmemesi gerekir[2].

15. Temyiz yargılamasında, bir olay yargılaması kural olarak duruşma yapılmamaktadır. Bu nedenle dava, yeni baştan görülmemektedir. Mahkemelerin verdikleri son kararlar temyiz kanun yolunda tarafların ileri sürdükleri sebepler yalnızca mutlak hukuka aykırılık yönünden incelenmektedir.[3].

16. İstinaf yargılamasında, olay/öğrenme yargılaması (duruşma) yapılabilmektedir. Mahkemelerin verdikleri son kararlar, hem maddi hem de hukuki yönden istinaf kanun yolunda incelenebilmektedir[4].

17. Eylemin sanıklar tarafından iştirak halinde işlenmesi hallerinde iştirak şekillerinin gerekçeli olarak belirlenmesi ve cezanın doğru bir şekilde saptanması gerekir.

18. Mahkeme iddianamede belirtilen fiil ile bağlı olup eylemin oluş şekline göre kasten yaralama sonucu ölüm mü, kasten insan öldürme mi, kasten öldürmeye teşebbüs mü veya taksirle ölüm mü olduğunun belirlenerek suç vasfı ile yaptırımların doğru bir şekilde saptanması gerekir.

19. İstinaf kanun yoluyla amaçlanan belli bir olayla ilgili doğru bir kararın verilmesi olup temyizde olduğu gibi ülke içinde hukukun aynı şekilde uygulanmasının sağlanması değildir[5].

20. Temyizde delillerle temas edilerek öğrenme muhakemesi yapılmamasına karşılık, istinafta gerektiğinde delil de incelenerek esas hakkında yeni bir karar verilmektedir[6].

  Doç. Dr. Cengiz APAYDIN
Cumhuriyet Savcısı
    Cenk Ayhan APAYDIN
Avukat-Yazar

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org


[1]     Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 774.

[2]     Centel/Zafer, 13. Baskı, 838.

[3]     Çınar, Ali Rıza. Ceza Yargılamasında Temyiz Yolu,  1. Baskı, Ankara,  2006, 177-178.

[4]     Çınar, 178.

[5]     Toroslu/Feyzioğlu, 338.

[6]     Yenisey/Nuhoğlu, 6. Baskı, 846.

CEZA MUHAKEMESİNDE İSTİNAF VE TEMYİZ KANUN YOLLARI ARASINDAKİ FARKLAR

CEZA MUHAKEMESİNDE İSTİNAF VE TEMYİZ KANUN YOLLARI ARASINDAKİ FARKLAR

Temyiz kanun yolu, “hukuki derece yolu”dur. Temyiz yargılamasında, bir olay yargılaması (kural olarak duruşma) yapılmamaktadır. Bu nedenle dava, yeni baştan görülmemektedir. Mahkemelerin verdikleri son kararlar temyiz kanun yolunda yalnızca hukuka aykırılık yönünden incelenmektedir. Maddi olguların saptanması yani maddi sorun ve kanıtların ele alınması temyiz yolunda kabul edilmemiştir. İstinaf yargılamasında ise, olay/öğrenme yargılaması (duruşma) yapılabilmektedir. Mahkemelerin verdikleri son kararlar, hem maddi hem de hukuki yönden istinaf kanun yolunda incelenebilmektedir. Bu nedenle “istinaf yolu” asıl derece yoludur[1]. Diğer bir ifadeyle, istinaf mahkemesinin, uyuşmazlığı maddî ve hukukî yönleri ile tekrar ele almasına ve karar vermesine “davanın yeniden görülmesi” olarak nitelendirilmekte, istinaf yargılamasında “davanın yeniden görülmesi” kuralı geçerli olup temyiz kanun yolunun aksine bozma istisnadır[2].

Temyizde sadece hukuksal denetim yapılırken, istinafta hem hukuksal, hem de maddi denetim yapılır. Amacına uygun işletildiğinde temyiz kanun yolundan beklenen denetim bir yerel mahkeme hükmünün hukuksal açıdan maddi hukuk veya usul hukuku kurallarına uygunluğunu denetlemektir. Doğal olanı Yargıtay’ın temyiz kanun yolu kapsamında delil ve ispat konularına karışmaması, önündeki temyiz davasının konusunu oluşturan hükmün içerik gerekçeleri ve veriliş biçiminin hukuka uygunluğunu ilke bazında değerlendirerek hem hukukun birlik ve bütünlüğünün sağlanmasına hizmet etmek, hem de somut olay bakımından hakkaniyete uygun/adaletli bir karar vererek hukuka aykırılıkları gidermektir. Bu anlamıyla temyiz kanun yolu bağlamında Yargıtay, maddi değil, bir hukuki derece mahkemesidir ve istinaftan farklı olarak ilk derece mahkemesindeki dava konusu olayı sil baştan yeniden yargılayıp delilleri değerlendirerek sübut konusunda vicdani hüküm tesis etmez. Yargıtay hukuksal incelemesine önündeki hüküm bakımından ispat konularının sübuta erdiği varsayımından hareketle başlar. Dolayısıyla Yargıtay’ın olay yargılaması yapmadığı ve temyiz kanun yolundaki inceleme konusunun yerel mahkemenin verdiği ve henüz kesinleşmemiş hüküm olduğu gözden kaçırılmamalıdır[3]. İstinaf kanun yoluyla amaçlanan belli bir olayla ilgili doğru bir kararın verilmesi olup temyizde olduğu gibi ülke içinde hukukun aynı şekilde uygulanmasının sağlanması değildir[4]. Diğer bir ifadeyle, temyizdeki esas gayeyi hukukun ülkede aynı şekilde uygulanmasının sağlanarak yüksek mahkeme kararlarıyla hukukun gelişimine rehberlik edilmesi oluşturmaktayken, istinaftaki gayeyi somut olayda doğru ve adil bir kararın verilmesinin sağlanması oluşturmaktadır[5].

Tamamen maddi soruna ilişkin olan aykırılıkların temyiz kanun yolunda denetlenmesi mümkün değildir. Ancak, mahkemenin, elindeki maddi olguları hukuk kurallarına uygun olarak değerlendirip değerlendirmediği ve hükme esas alırken hukuk kurallarına bağlı kalıp kalmadığı Yargıtay tarafından incelenmek zorundadır. Aynı şekilde hukuka aykırılığın, yargılama kurallarının doğru uygulanmaması nedenine dayandığının ileri sürülmesi hâlinde de Yargıtay hem yargılama kuralarına uyulup uyulmadığına hem de bu kuralların uygulanmasına esas teşkil eden ve daha önce mahkemece tespit edilmiş olan maddi vakıaların doğru değerlendirilip değerlendirilmediğini inceleyebilecektir[6]. Bölge Adliye Mahkemeleri kurulmasına ve istinaf kanun yolu işletilmeye başlanmasına rağmen, Yargıtay çoğu olayda, somut dosya bakımından delillerin değerlendirmesi konusuna bizzat gelişmekte ve yerel mahkeme yerine geçerek, delillerin inandırıcılığı konusunda görüş açıklamakta olup bu kararlar hukuka aykırıdır. Delillerin ispat gücü, yönü ve değerlendirmesi, tümüyle yerel mahkeme hâkimine bırakılmalıdır[7].

Klâsik temyizdeki gayeyi, hukukun ülke içinde bir örnek uygulanmasının sağlanması ve yüksek mahkeme kararları ile hukukun gelişmesine rehberlik etmek; istinafta ise gayeyi, somut olayda adil karar verilmesini sağlamak oluşturmaktadır. İlk derece mahkemelerince verilen son kararlarla, fiilin sanık tarafından işlenip işlenmediği sorununu oluşturan maddi meseleyle beraber, suçu işlediği kabul edildiğinde suçun niteliğinin ne olduğu ve cezanın belirlenmesi konularını içeren hukuki mesele hükme bağlanmaktadır[8].

Temyiz mahkemesi olarak Yargıtay’ın görevi, dosya üzerinden hukuk normlarının doğru uygulanıp uygulanmadığını denetlemektir. Çünkü delillerin tekrar veya ilk kez ortaya konularak kovuşturma evresindeki gibi bir araştırma yapılması, temyiz aşamasında olanaksızdır. Maddi olaya ilişkin tespitlerin doğru olup olmadığını irdelemek, kural olarak temyiz mahkemesinin görevi değildir. İlk derece mahkemesi hâkimi, delillerin değerlendirilmesinde serbesttir. Olayı açıklığa kavuşturmak, onun sorumluluğu ve yetkisi kapsamındadır. Temyiz hâkiminin bu özgürlüğe müdahale etmemesi gerekir[9]. Temyizde delillerle temas edilerek öğrenme muhakemesi yapılmamasına karşılık, istinafta gerektiğinde delil de incelenerek esas hakkında yeni bir karar verilmektedir[10].

Temyizde re’sen temyiz mümkün değilken, istinafta re’sen istinaf öngörülmüştür. Temyizde direnme mümkün iken, istinafta mümkün değildir. Temyiz müracaatında temyiz eden, hükmün neden bozulmasını istediğini başvurusunda göstermek zorundayken, istinafta bu nedenleri göstermek zorunlu değildir. Bununla bağlantılı olarak temyizde kural olarak sadece tarafların ileri sürdükleri nedenler dolayısıyla denetim yapılabilecekken (istisna: CMK 289), istinafta tarafların ileri sürdükleri hususlarla bağlılık söz konusu değildir. Temyizde yeniden yargılama mümkün değilken, istinafta mümkündür. Kural olarak, ceza mahkemelerinde verilen hükümlere karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Ancak, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilmesi için yasanın bunu açıkça belirtmesi gerekir (CMK 267). İstinafa tabi kararlarda ise, böyle bir ayırım bulunmamaktadır. Temyizde, hükmü temyiz etmeyen diğer sanıklara sirayet mümkün iken, istinafta mümkün değildir[11]. Temyiz kanun yoluyla karşılaştırıldığında, istinaf kanun yolunda daha geniş bir denetim imkânı bulunmaktadır[12]. Doğrudan doğruyalık ve sözlülük ilkelerinin geçerli olduğu istinafta inceleme duruşmalı yapılırken, temyiz incelemesinde duruşma yapılması istisnadır[13].

İstinaf, olağan bir kanun yolu olup ilk derece yargılamasının hem maddi hem hukuksal açıdan tekrarını gerektiren özellikle de elde edilebilecek yeni ispat araçlarıyla birlikte ispat konusunda yeniden değerlendirmenin yapıldığı ve akabinde hukuksal nitelemeye ulaşılan bir ikinci derece kanun yolu yargılamasıdır. Bu yargılamada birinci derece yargılamadaki kovuşturma evresi adeta tümüyle tekrar edilir, bazen yeni deliller elde edilir, kanun yolunun kendine özgü bazı etkileri (örneğin, aleyhe ağırlaştırma yasağı) hariç maddi ve hukuksal açıdan yeni bir karar verilir. Özelikle sübut konusunda, istinaf, yerel mahkemenin sadece sübut konusundaki hatalarını bulmak ve bunu düzeltmek amacını gütmez. İstinafta daha çok, tamamen yeni ve kendine özgü bir yargılamayla tüm dosya kapsamı incelenir ve varsa yeni delillerle birlikte yepyeni bir hüküm verilir. Burada şüphesiz yerel mahkemenin tabi olduğu ispat kuralları aynen geçerlidir[14].

İstinaf yolunun benimsenmediği sistemlerde, denetim görevini üstlenen Yargıtay yalnızca hukuki meseleyi denetlemektedir. İstinaf ilk derece mahkemesinin nihai kararlarının denetlenmesini sağlayan ilk ve asıl denetim yoludur. Yani temyiz kanun yolundan farklı olarak istinafta hem yerel mahkemece yapılan maddi tespitler ve hem de uygulanan normun yerindeliği açısından bir denetleme yapılmaktadır[15].

İstinaf kanun yolunda ilk derece mahkemelerince verilen son kararlar hem maddi yönden yani mahkemelerin delillerin tespiti, değerlendirilmesi ve sübut konusundaki yanılgıları bakımından hem de hukuki yönden yani mahkemelerce sabit kabul edilen olaylarla ilgili olarak hukuk normlarının uygulanmasında hata yapılıp yapılmadığı yönünden inceleme yapılacaktır. Bu incelemeyle, Yargıtay’ın maddi sorunlarla ilgilenmeyip yalnızca hukuki sorunlarla uğraşması yani tam anlamıyla bir temyiz makamı gibi davranması sağlanacaktır[16].

Kanun koyucu; temyizden farklı olarak, istinaf mahkemesi Cumhuriyet başsavcılıklarına sunulması gereken belge ve delilleri ekleme yetkisi vermiştir (CMK md. 278). İstinaf mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca belge ve delil eksikliğinin giderilmesi, muhakemenin hızlandırılmasını sağlayacak bir tedbirdir. Temyiz mahkemesinde ek delil sunarak bunların tartışılmasını sağlamaksa mümkün değildir. Buna karşın istinaf mahkemesinde ilk derece mahkemesinde tartışılmamış bilgi ve belgeleri tartışmak ve ek delil sunmak, gerekirse tutuklama kararı bile vermek söz konusu olmaktadır[17].

İstinaf kanun yolunda, istinafa yönelik itirazları içeren başvurunun yerinde olduğu sonucuna varıldığı takdirde, bölge adliye mahkemesince kural olarak istinafa konu karar ortadan kaldırılır ve yeni bir karar verilir. Buna karşılık Yargıtay, temyize konu kararın yerinde olmadığı sonucuna vardığı takdirde, kural olarak bozma kararı verir. Diğer bir ifadeyle, davayla ilgili yeni bir karar verme yoluna gitmez ve dosyayı karar vermek üzere bölge adliye mahkemesine gönderir[18].

CMK’nın 289. maddesinde öngörülen haller hariç olmak üzere temyizde, yargılama gerekçeye bağlı olarak yapılabilir. İstinaf mahkemesinde ise, yargılama gerekçeye bağlı olarak yapılmaz[19]. İstinaf mahkemesi kendiliğinden her tür araştırmayı yaparak hükmü inceleyerek karar verebilir[20]. Diğer bir ifadeyle, temyiz bakımından Yargıtay’ın, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında inceleme yapacağı şeklinde CMK’nın 301. maddesinde yer verilen düzenlemeye istinaf bakımından yer verilmediğinden istinaf mahkemesi gerek Cumhuriyet savcısı gerekse de tarafların istinaf yoluna başvururken göstermiş oldukları gerekçelerle sınırlı olmaksızın inceleme yapabilir[21]. Kanun istinaf eden ilk derece Cumhuriyet savcısına neden göstermek mecburiyeti yüklemesine rağmen, temyizde hem Cumhuriyet savcısına hem de bütün süjelere neden ve gerekçe gösterme yükümlülüğü getirmiştir[22].

Temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay’a gelen dosya, tebliğname düzenleyerek tarafların temyiz istemiyle ilgili görüşlerini bildirmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir (CMK m.297). Oysa istinaf başvurusunda bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcılığınca varsa dosyadaki tebligat eksiklikleri giderildikten sonra, herhangi bir tebliğname düzenlenmeden dosya bölge adliye mahkemesinin ilgili ceza dairesine gönderilmektedir.

İstinaf kararlarına karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilebilmesine rağmen temyiz mahkemesi olan Yargıtay kararlarına karşı kural olarak yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilemez.

DOÇ. DR. Cengiz APAYDIN
İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI
CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV
HUKUK VE ADALET BİLİNCİ TV
GENÇLİK CEZA PLATFORMU
cezahukukubilinci.org


[1]        Çınar, Ali Rıza. Ceza Yargılamasında Temyiz Yolu. Ankara: 1. Baskı, 2006, 177-178.

[2]        Özen, 2349.

[3]        Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 773.

[4]        Toroslu/Feyzioğlu, 338.

[5]        Sarıgül, Tanju. Ceza Muhakemesi Hukukunda İstinaf. Ankara: 2009, 5. .

[6]        Taner, Fahri Gökçen, “5271 sayılı CMK’nın Temyiz Kanun Yoluna İlişkin Hükümlerinin Yürürlüğe Girmesiyle Ortaya Çıkan Farklılıklar”, Ankara Barosu Dergisi, Nisan 2017, 57.

[7]        Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 774.

[8]        Özen, 2348.

[9]        Centel/Zafer, 13. Baskı, 838.

[10]      Yenisey/Nuhoğlu, 6. Baskı, 846.

[11]      Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 774.

[12]      Oktar, 204.

[13]      Özen, 2351.

[14]      Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 766.

[15]      Özen, 2349.

[16]      Toroslu/Feyzioğlu, 337-338.

[17]      Özen, 2349.

[18]    Artuç, Mustafa/Elmas, Mehmet Tevfik, Ceza Muhakemesinde Duruşma Yönetimi ve İstinaf, Ankara 2017, 377.

[19]      Özen, 2350.

[20]      Ersan, Gökçen, “Ceza Muhakemesi Hukukunda İstinaf”, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Ceza Adaleti ve Yönetimi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008, 11-12.

[21]      Özen, 2352.

[22]      Yenisey/Nuhoğlu, 6. Baskı, 855.